İstediği giysiyi tercih etmekte hür olan yegâne varlıktır insan. Zevkine, kültürüne, mesleğine, makamına göre şekillenen bir giyim hürriyetine sahiptir. İnsan bedenen giyinmeye muhtaç olduğu gibi, ruhen de manevi giysilere ihtiyacı vardır. Fatır-ı Hakîm, insana manevi giysilerini seçme hürriyeti de tanımıştır.
Giyim fıtrîdir; tenin, gözün, aklın, kalbin hoşuna giden bir ihtiyaçtır. Giyim korunmaktır; sıcaktan-soğuktan, yağmurdan-rüzgardan, tozdan-topraktan. Giyim süslenmektir; nakış nakış, çeşit çeşit, rengarenk. Giyim örtünmektir, tesettürdür. Giyim hayâdır, utanmaktır; gizlemektir kusurlarını, gizlenmektir. Giyim şereflenmektir; insaniyete yakışır bir surete bürünmektir. Giyim kişiliktir, şahsiyettir; ferdiyetin eşsizlik tecellilerine en parlak bir ayinedarlıktır.
Kur’an dilinde insana tavsiye edilen en güzel giysi takvadır. A’raf suresi bu fıtrî lisana şöyle tercüman olur: “Takva elbisesi: İşte bu en hayırlıdır. Libasu’t takva zalike hayrun. A’raf 7/ 26”
Kur’an’ın takvayı bir giysiye benzetmesi çok manidardır. Çünkü giysinin yukarıda sıraladığım tüm manaları takva hakikati için de geçerlidir. Takva da fıtratın bir gereğidir, günahlardan korunmaktır, güzelliklerle süslenmektir, çirkinliklerden tesettürdür, hayâdır, insaniyete yakışır bir edeple şereflenmektir, Allah’a hakkıyla muhatap olabilen bir yüksek şahsiyet kazanmaktır.
Kur’an, imandan sonra en fazla takva hakikatine dikkat çekmiştir. Takva Kur’an-ı Hakîm’de etka, ittika, müttaki, taki gibi türevleriyle 285 yerde geçer. Cenab-ı Hak ezeli sözlerinde takva sahiplerini sevdiğini (Âl-i İmrân 3/76; Tevbe 9/4, 7), dostu olduğunu (Câsiye 45/19), onlarla beraber bulunduğunu (Bakara 2/194; Tevbe 9/36, 123, Nahl 16/128) ve her daim takva sahiplerini en iyi bilen olduğunu (Âl-i İmran 3/115, Tevbe 9/44) hatırlatır.
Takva (ve-kâ fiilinin masdarı olan) vikaye kökünden gelir; çekinmek, sakınmak, korunmak, itaat etmek gibi manaları ihtiva eder. Bazı âlimler takvayı “Allah’a karşı sorumluluk bilinci” genişliğinde yorumlamışlardır. Bu cihetle takva Kur’an’ın emir ve yasaklarına karşı son derece duyarlı olmak gibi manaları da kuşatır.
Bediüzzaman Said Nursi’nin takvaya bakışı da geniş bir çerçevededir. Takvayı “ibadet-i kâmile” olarak vasıflandıran Bediüzzaman, ruh ve vicdanın takva ile yaratılış gayesini gerçekleştirdiğini belirtmiştir. Takvayı ibadet, marifet, muhabbet ve rü’yetin zirvesi olarak görmüştür.
Vicdanın anasır-ı erbaası ve ruhun dört havassı olan irade, zihin, his, lâtife-i Rabbaniye her birinin bir gayetü’l-gàyâtı var: İradenin ibadetullahtır. Zihnin marifetullahtır. Hissin muhabbetullahtır. Lâtifenin müşahedetullahtır. Takva denilen ibadet-i kâmile dördünü tazammun eder. (Hutbe-i Şamiye, s. 143.)
Kâinatın yaratılış gayesi ile takva arasında güçlü bir irtibat vardır. Kâinat ağacının en ehemmiyetli bir yaratılış gayesi insan gibi bir meyve vermesidir. İnsanın varlık gayesi ise ancak ibadettir. İbadetin neticesi de takvadır. Takva ise ibadet-i kâmiledir. Bu cihetle yaratılışın en yüksek gayesi takvadır denilebilir. Bu sır gereği Allah’ın huzurunda insanın en yüksek bir rütbesidir takva. Sanki takva, huzur makamının ulviyetine mahsus –ibadet madalyalarıyla şereflenmiş ve kulluk nakışlarıyla zînetlenmiş- bir üniforma giymektir.
Takva, vicdanın her türlü şerlerden, kötülüklerden temizlenmesidir aynı zamanda. En başta şirkten, daha sonra isyan ettirici günahlardan ve en nihayetinde Allah’ın huzuruna perde olan her türlü mecazi aşklardan arınmaktır. Bediüzzaman’ın tabiriyle “şirk”, “maasi” ve “masivaullah”ı terk etmektir takva. Vicdan, takva ile temizlenir temizlenmez, hemen ardından iman ve hidayet güneşiyle nurlanır, hayatlanır, süslenir.
Sözler’deki gibi insan yolcu bir askere benzetildiğinde; ibadet çantası, takva ise silahıdır. Lem’alar’daki gibi cephedeki bir askere benzetildiğinde ise; siperi Sünnet-i Seniyye, zırhı takva ve silahı ise istiaze olur.
Risale-i Nur Külliyatı’nın Kastamonu Lahikası’nda takva “menfi ibadet”, “menhiyattan ve günahlardan içtinap etmek”, “def-i mefasid ve terk-i kebair” gibi tabirler ile de tarif edilir. Bu manadaki takva; inancın zayıfladığı, ahlakın yozlaştığı, iletişim teknolojilerinin kötüye kullanılmasıyla binlerce günahlara maruz kalındığı ahirzaman şartlarında mü’minler için en büyük bir esastır. Binlerce, belki milyonlarca günahın hücum ettiği bir çağda –takva sırrıyla günahtan çekinmek niyeti taşındığında- bir anda milyonlarca vacip sevabı kazanılabilir. Öyle bir vacip ki çok sünnetlere mukabildir. Takva sırrıyla hem iman kalesi milyonlarca günahın hücumundan korunur, hem de amel defterine milyonlarca sevap yazdırılır.
Takva, Sünnet-i Seniyyeye ittiba etmeyi de netice verir. Günahlardan, yanlış yollara sapmaktan endişe eden ahirzaman mü’minleri için en istikametli hidayet rehberi şüphesiz Peygamber Efendimiz Aleyhissalatü Vesselamdır. Ahirzamanın zorlu şartlarında Sünnet-i Seniyyenin en küçük bir edebine ittiba etmek dahi güçlü bir imanı ve hassas bir takvayı gerektirir. Takva ve Sünnet-i Seniyye sırrıyla yemek, içmek gibi sıradan işler dahi ibadet şuuruyla yapılır. Böylece âdetler ibadetlere dönüşür.
Takva ve Sünnet-i Seniyyenin ihmal edildiği, ehemmiyetsiz görüldüğü, bid’aların normalleştiği ahirzaman şartlarında dinin gereklerini âşikar bir şekilde yaşamak çok daha faziletlidir.
Sair nevafilin ihfası çok sevaplı olduğu halde, şeaire temas eden, hususan böyle bid’alar zamanında ittiba-ı sünnetin şerafetini gösteren ve böyle büyük kebâir içinde, haramların terkinde takvayı izhar etmek, değil riya, belki ihfâsından pek çok derece daha sevaplı ve halistir. (Kastamonu Lahikası, s. 141)
Şeytanının en büyük desiselerinden biri de takva zannıyla ibadetin en güzel suretini aratmasıdır. Fakat zahiren bu iyi niyetli arayış -ölçüsünü kaybederse- insanı haramlara dahi düşürebilir. Bir sünnetin en güzel sureti aranırken, farkında olunmaksızın belki ehemmiyetli bir vacib terk edilir.
Takva, çok süratli bir ahiret yolculuğuna vesile olan bir burak gibidir. Cennete varan büyük yolculuk her mü’min için -takva mertebesine göre- farklı sürelerde gerçekleşecektir.
O seyahat ise; kabre, haşre, ebede gidecek beşer yolculuğudur. Amele göre, takva kuvvetine göre o uzun yolu mütefavit derecede kat’ ederler. Bir kısım ehl-i takva, berk gibi, bin senelik yolu bir günde keser. Bir kısmı da, hayal gibi, elli bin senelik bir mesafeyi bir günde kat’ eder. (Sözler, s. 27)
Netice-i kelam, elbiselerin en sağlamı, en daimisi, en güzeli, en kıymetlisi takva elbisesidir. Hazret-i Yusuf Aleyhisselam öyle bir (maasiden) takva elbisesi giydi ki, Mısır sarayında yırtılırken sırtından gömleği, iffetinin tertemiz gömleğine şahit oldu, yerler ve gökler imrenerek. Hazret-i İbrahim Aleyhisselam öyle bir (şirkten) takva elbisesi giydi ki, Nemrut’un dağ gibi ateşi onun ne elbisesine, ne de bedenine zarar vermediği gibi, hem dünyasını hem de ahiretini gül kokulu bir bahçeye dönüştürdü. Hazret-i Muhammed Aleyhissalatü Vesselam öyle bir (masivaullahtan) takva elbisesi giydi ki, dünyanın ve ukbanın yetmiş binler perdelerini Mirac-ı Ekberiyle araladı, Kab-ı Kavseyn makamına uçtu, ilahi huzurun perdesiz rü’yetiyle nurlandı, onurlandı.