Kur’an’ın ilk emri “oku!” olmasına rağmen dünyanın okuma oranı en düşük bir coğrafyasında yaşıyoruz. Bize her gün ihsan edilen 24 altının 6’sını televizyona, 3’ünü internete ve yalnızca 1/60’ını (yani 1 dakika) kitap okumaya sarf eden bir toplumuz ne yazık ki. Düzenli kitap okuyan İngilizler ve Fransızlar % 21, Japonlar % 14, Amerikalılar % 12 oranlarında iken bizim ülkemizde bu oran ‰ 1 (binde 1) düzeyine demir atmış. Çünkü kitap okumak bizim ihtiyaç listemizin 10. değil, 100. de değil, ancak 235. sırasında kendine yer bulabiliyor. Böyle olduğu için ülkemizde bir kişi kitaba yılda ortalama 1 lira ayırırken Batı ülkelerinde bu miktar 100 liranın katlarında seyrediyor.
Okuma kültürünün bu derece zayıf olduğu bir toplumda okuma yöntemlerini dert edinmenin ne derece müşkül bir mesele olduğu takdir edilecektir. Bu şartlara rağmen Risale-i Nur eserlerinin son yüzyıl Anadolu coğrafyasında okurseverlik adına çok büyük bir inkılâp gerçekleştirdiği de bir vakıadır. Gerek ferdi, gerek gruplar halinde mütalaa, müzakere edilmek suretiyle cihanşümul bir okuma seferberliğine dönüşen bir sivil hareketin ikinci bir misali ne ülkemizde, ne İslam dünyasında, ne de insanlık âleminde bulunmuyor. Seksen yıldır artarak, genişleyerek ve bilinçlenerek devam eden bu mütalaa ve müzakere faaliyetleri ise iman ve Kur’an hakikatlerini keşfetmek ve keşfedilen hakikatlerde daha da derinleşmek gibi gayelerle yeni yöntem arayışlarını netice vermektedir.
Descartes herhangi bir şey üzerinde hakikati yöntemsiz aramaktansa hiç aramamak daha anlamlıdır der. Çünkü yöntem, gayeye ulaşmak için izlenen yoldur ve stratejiler bütünüdür. Hikmet ve iktisat da yöntemi gerekli kılar. Yöntem en kısa, en güvenli, en kapsamlı, en faydalı, en verimli, en anlamlı bir yolu aramaktır. İyi bir yöntem ise açık, anlaşılır, uygulanabilir, sistematik, tekrar edilebilir bir mahiyette olmalıdır.
Bu yazıda Barla Lahikası’na girmekle büyük kıymet kazanan Risale-i Nur’un ilk talebelerinin mektupları perspektifinden bir yöntem arayışına çıkılacaktır. Risale-i Nur’un ilk müştak talebelerinin, eserlerin ilk telif edildiği bir dönemde, büyük bir şevk ve iştiyak ile ilk defa okuyuşlarında kazandıkları aklî ve kalbî istifadelerine vesile olan farklı yaklaşımları incelenmek suretiyle [okuma, anlama ve yaşamaya dair] bir yöntem tespit edilmeye çalışılacaktır.
1- Kendi eserin gibi sahiplen!
Risale-i Nur’u en iyi bir şekilde okuyup, anlamanın birinci düsturu kendi eseri ve sözleri gibi sahiplenmektir. Bediüzzaman Said Nursi zahiren bir talebesine, gerçekte bütün talebelerine şöyle seslenir: “Yazı ve sözleri senin hocanın yazısı diye tutma, kendi malın ve senin sözlerindir bil, öyle sahip ol. BL, s. 134.” Risale-i Nur talebesi olmanın şartı da bu sırrı samimiyetle yaşamaktan geçer. Barla Lahikasındaki diğer bir mektupta aynı hakikat şu ifadelerle teyit edilir: “Bana mensup her şeye malları gibi tesahup ediyorlar. Bir Söz yazılsa kendileri yazmış ve telif etmiş gibi zevk alıyorlar, Allah’a şükrediyorlar. BL, s. 20.”
Kendi eseri gibi sahiplenmenin bir ölçüsü de verilmiştir. Şöyle ki: “Sözler’i hakkıyla anlayacak, kabul edip hırz-ı cân edecek en mühim talebeler… BL, s. 132.” Hakiki manada sahiplenmek için aklen anlamak, kalben benimsemek ve ruhen özümsemek gerekir.
Kendi eserimiz gibi sahiplenmek için öncelikle kendimize ait bir Risale-i Nur Külliyatımız olmalıdır. Külliyat kütüphanemizin (bilgisayar, tablet, akıllı telefonlar da dâhil) başköşesinde yer almalıdır. En özel vakitlerimiz onun meşguliyetiyle geçmelidir. Her kitabın sayfasına, satırına, kelimesine varıncaya kadar aşina olmalıyız ki sahiplenmek iddiamız samimane olsun.
2- Kur’an hakikatlerini tefekkür eder gibi oku!
Risale-i Nur mütalaa ve müzakereleri ilim, marifet, tefekkür, ibadet gibi kudsi hakikatleri ihtiva ettiği gibi aynı zamanda “kıraat-ı Kur’an” manasını da taşır. Barla Lahikası’ndaki ehemmiyetli bir mektupta bu sırra şöyle işaret edilir: “Kur’an’a ait mesaille iştigal bir nevi manevi mütefekkirane Kur’an okumak hükmündedir. BL, s. 176.”
Nur Risalelerinin giriş bölümünde derc edilen ayetler teberrüken konulmuş değildir. Yazılan Risaleler giriş bölümünde yer alan ayetler başta olmak üzere benzer hakikatleri ders veren birçok ayetlerin tefsiridirler. Mesela Onuncu Söz’ün başında Rum Suresinin 50. ayeti yer alır. Fakat Onuncu Söz bir tek bu ayetin tefsiri değildir. Belki yüzlerce haşir ayetin hakikatinden süzülmüş eşsiz bir risaledir. [Onuncu Söz yüzer âyât-ı Kur’âniyeden süzülmüş bazı katarattır. Sair risaleler dahi umumen öyledir. Mektubat, s. 358.] Bu sebeple Risale-i Nur’daki ayetler ile tefsiri arasında canlı ve dinamik bir irtibat vardır. Her tefekkür sürecinde bu bilincin canlı tutulmasına, korunmasına, belki de tazelenmesine ihtiyaç vardır.
3- Kalp kulağı ve vicdan diliyle muhatap ol!
Bir risalenin manevi mikrofonu açıldığında Üstad-ı Ekrem olan Bediüzzaman Said Nursi (RA) ile keyifli bir sohbet başlar. Bu sohbet “hakikat meşrebi”nde gerçekleşip imani ve Kur’anî zevkler veren hoş bir sohbettir. Binbaşı Âsım’ın bu sırra eriştiği satırlarından anlaşılıyor: “Ruhumun siz Üstadıma karşı incizap ve mahbubiyeti % 5 şahsınıza karşı ise, 95’i neşr-i envâr-ı hakikat ve dellallığında bulunduğunuz Kur’an-ı Hakîm şerefine tazim ve tekrimdir. BL, s. 77.”
Bediüzzaman talebelerine “Sözler senin vicdanınla konuşabilirler. BL, s. 58” der. Çünkü Risale-i Nur yalnız akla hitap eden bir eser değildir. Belki kalbi, ruhu, sırrı ve en hassas latifeleri de tatmin eder. Küçük Ali bu hakikati vurgularcasına herkese şu çağrıda bulunur: “Benim gibi zahir kulağıyla dinlemeyiniz. Kalb kulağıyla dinleyelim ki her an bağırıp çağırdığını işitelim. BL, s. 113.”
Barla Lahikasındaki bir mektupta [s. 65] Sabri Arseven, Hulusi Yahyagil’i “yıldızvari sekiz-on ağızlı saat anahtarları”na benzetir. Bu benzetmenin özünde her bir Risale-i Nur okuyucusunun muhatabiyet ufkunu açıp, genişletip, zenginleştirmeye bir davet vardır. Hulusi Yahyagil birbirinden farklı sorularının anahtarları ile Bediüzzaman’ın (RA) ilim hazinesinden birçok hakikat mücevherlerinin keşfine ve teşhirine vesile olmuştur. Günümüze kadar benzeri görülmemiş ve duyulmamış imanî ve Kur’anî hakikatlerin mahzeni olan Risale-i Nur’daki bu zengin muhtevadan hakkıyla istifade etmek için ise Hulusi-vari bir meşrebe sahip olmak bir zarurettir. Yıldızvari saat anahtarı gibi aklı, kalbi, sırrı, merakı ve tüm duyguları aktif hale getirerek, sorarak, sorgulayarak Risale-i Nur’a muhatap olunmalıdır.
4- İhlâs ve samimiyetle oku!
Risale-i Nur’dan istifade ve istifaza etmenin ehemmiyetli bir vesilesi de ihlâs ve samimiyettir. Diğer taraftan Kur’an nurlarının gizlenmesine en birinci sebep ise riya ve dalkavukluktur. Nasıl ki Güneş’e yüzünü döndüğünde nurlanırsın, sırtını döndüğünde ise gölgelerle oyalanırsın. Öyle de ihlâs ile Şems-i Ezeli olan Allah’a teveccüh eden biri Kur’an nurlarıyla feyizlenir. Riya ve dalkavukluk ile insanların teveccühüne rağbet gösterene ise bu nurlar nazlanır, belki gizlenir.
Risale-i Nur’un ekseriyetinin telif edildiği sekiz yıllık Barla hayatında Bediüzzaman Said Nursi’nin (RA) en birinci yardımcısı Şamlı Hafız Tevfik’tir. Çünkü hem muhatabıdır, yol ve sohbet arkadaşıdır. Hem müsevvididir, ilk telif ânında –dağda, kırda, bayırda- müsveddeleri hızlıca o yazmıştır. Hem de mübeyyizidir, ilk müsveddeleri güzel bir yazıyla temize çekip çoğaltılmasına tüm enerjisiyle hizmet etmiştir. Fakat bu 8 yıllık süreçte 8 ay kadar Nurlardan istifade edememiştir Şamlı Hafız Tevfik. Bu durumun çok önemli bir şefkat tokadı olduğunu anlamış ve Risale-i Nur’dan tekrar nasiplenmek için ihlâs duasında bulunmuştur:
“Hakaik-i Kur’aniye nurdur, ziyadır. Tasannu, temellük, tezellül zulmetleriyle birleşemiyor. Onun için, bu nurların hakikatlerinin meali benden uzaklaşıyor tarzında bulunarak bana yabani görünüyor, yabani kalıyordu. Cenab-ı Haktan niyaz ediyorum ki bundan sonra Cenab-ı Hak bana o hizmete layık ihlâs ihsan etsin, ehl-i dünyaya tasannu ve riyadan kurtarsın. BL, s. 205.”
Şefkat tokatlarındaki bu dersten anlaşılıyor ki İhlâs Risalesinin düsturları esas alınarak Risale-i Nur okunmalıdır. Yani en başta Risale-i Nur okumalarının asıl gayesi doğrudan doğruya Allah’ın rızasını kazanmak olmalıdır.
5- Ciddi bir şevk ve iştiyak sahibi ol!
Bediüzzaman Said Nursi (RA) talebelerinin şevk ve iştiyaklarına çok özel bir değer atfetmiştir. Öyle ki Nur risalelerine imtiyaz kazandıran ikinci kanadı bu ulvi duyguya bağlamıştır. Şöyle ki: “Yazılan eserlerin yüksekliği, me’haz ve maden-i kudsîleri olan Kur’ân’dan sonra, sizler gibi muhatapların ciddi iştiyakları ve tam tefehhümleridir. BL, s. 175.”
Gerçekten Nur ilk talebeleri büyük bir şevk ve iştiyak ile eserleri okumuş, yazmış ve neşretmişlerdir. Mesela, Sabri Arseven bu iştiyakını şöyle dilegetirir: “Mahzen ve medfen-i mücevherâta rasgelmiş bir fakir gibi hangi cevheri alacağımı harîsane düşünüyorum. BL, s. 38.” Hüsrev Altınbaşak ise çölde susuz kalmış birinin sürpriz bir şekilde okyanusa kavuşması misali kendi okuma iştiyakını şöyle ifade eder: “Sözlerinizin (yani risalelerinizin) her biri birer derya-yı azîmdir. Sözlerinizden pek çok feyz alıyorum. O kadar ki, okudukça tekrar etmeyi istiyorum. Ve tekrarında duyduğum İlâhî bir zevki tarif edemeyeceğim. BL, s. 43.”
6- En verimli zamanlarını okuyarak kıymetlendir!
Üstad-ı Ekrem’in (RA) bir tavsiyesi de Risale-i Nur’u okuma zamanını doğru seçmeye dairdir. “Hem sizde ve müstemiînde iştiyak olduğu zaman okuyunuz. BL, s. 134.” tavsiyesi bu doğru zamanı tespit etmeye dair ehemmiyetli bir kıstastır.
Nur’un ilk talebeleri fırsat buldukları vakitlerde çağın Kur’an tefsirine koşmuşlardır. Mesela Zekai ağabey okuma zamanlarını iple çekişini bir mektubunda şöyle ifade etmiştir: “Ben istiyorum ki, bir an evvel bir yere çekileyim de mesaiden hariç zamanlarımı o ulvî ve mukaddes hazine-i hakikat ve âsâr-ı giranbaha hizmetinde devama başlayayım. BL, s. 92.” Babacan Mehmet Ali ise gecelerini Nur risaleleriyle nurlandırmak niyetini şöyle dilegetirmiştir: “Gündüz derd-i maişetle vakit bulamadığımdan gecenin bir kısmını o Nurlarla ışıklandıracağım. BL, s. 75.”
Risale-i Nur boş vakitleri değerlendirmek için okunacak bir eser olmasa gerektir. Belki en özel ve en enerjik vakitleri zinetlendirecek eserlerdir. İman ve Kur’an hakikatlerini tefekkür etmek günlük programın merkezinde yer almalıdır. Dünyevi işler onu ötelemek bir tarafa, belki onu okumaya, anlamaya, ihlâsla yaşamaya katkı sağlayacak şekilde planlanmalıdır.
7- Ciddi, dikkatli ve tahlil ederek oku!
Bediüzzaman Said Nursi (RA) Risale-i Nur’un ilk telif zamanından itibaren onları “hakkıyla anlayacak” ve “kabul edip hırz-ı cân edecek” talebelerinin çıkacağından ümitvar olmuştur. Bu ümidi de çok kısa bir zamanda meyveler vermiştir. Barla Lahikasında hem Nur risalelerini ciddi, dikkatli ve tahlil ederek okumanın ehemmiyetine dikkat çeken, hem de bu ciddi, dikkatli ve tahlil ederek okumaların neticesi olan mektupların olması bu ümidin delilleridir.
Refet Barutçu bir mektubunda tahlil ederek okumanın önemini şöyle zikrediyor: “Sözleriniz mürşidane ve çok yüksek olduğundan gayet dikkatli ve tahlil ederek okunmak icap ediyor. BL, s. 43.” Mustafa Hulusi de Risale-i Nur’un ciddiyetle okumanın neticelerinden bahsediyor: “Risaleleri ciddî okumak ve yazmak, yirmi sene medresede okumaktan fâiktir ve daha menfaatlidir. BL, s. 101.”
8- Ruh ve hafızana nakşederek oku!
Asrın tefsirini Bediüzzaman’ın (RA) ruhuna nakşetmek için Cenab-ı Hak ona yazma yeteneğini az vermiştir. Bir saatte ancak bir sayfayı çok noksan yazmak derecesinde yarım ümmi oluşunun hikmetini Bediüzzaman şöyle izah eder: “Hat bilseydim, hatta itimad edip mesail ruhta kararlayarak nakşedilmeyecekti. Eskiden hangi ilme başladım, hattım olmadığı için ruhuma yazardım. Fevkalade bir meleke ihsan edildi. BL, s. 177.”
On Birinci Lem’a olan Sünnet-i Seniyye risalesini okuduktan sonra şevke gelen Hüsrev Altınbaşak mektubunda der ki: “Bahtiyar ol kimsedir ki beni hafızasında nakşederek benimle âmil olur. BL, s. 124.” Aslında bu yalnız On Birinci Lem’a’ya mahsus olmasa gerektir Belki Nur Risalelerinin her biri hafızaya nakşedilmesi gereken ehemmiyettedirler. Hafızaya nakşetmekten murad ise anlaşılmadan sureten ezberlemek değildir. Belki bu eşsiz eserleri kelime kelime, cümle cümle, sayfa sayfa özümseyerek, içselleştirerek en başta hafıza olmak üzere ruha ve tüm latifelere nakış nakış işlemektir.
9- Telaffuzuna çok dikkat et!
Hulusi Yahyagil Üstad-ı Ekrem’inde (RA) o derece fani olmuştur ki sesli okumalarında aynen üstadını taklit etmiştir. Bir mektubunda bu tarzını şöyle beyan eder: “Tâbiratınızla, şivenizle okumak bana o kadar zevkli, lezzetli geliyor ki tarif edemem. BL, s. 51.” Hulusi abinin okumaktaki hassasiyetini telaffuza dikkat etme cihetinde de sürdürdüğü şu cümlesinden anlıyoruz: “… Bir harfe dokunmayı azîm bir günah işliyor telakki ediyorum.”
Bediüzzaman’ın şivesini bilmiyoruz belki ama, Risale-i Nur’dan daha fazla istifade etmek istiyorsak doğru bir telaffuzla ve güzel bir diksiyonla okuma gayretimizin tefekkürümüze çok büyük bir katkı sağlayacağı da muhakkaktır.
10- Doymadan oku!
Bedenin yaşaması ve enerji ihtiyacını karşılaması için her gün gıda alması gerekir. Aşikârdır ki ağır işte çalışan birinin gıda ihtiyacı ile hafif işte çalışanın aynı değildir. Benzer şekilde ruhun, kalbin, aklın ve diğer manevi cihazların da manevi gıdalara her gün ihtiyaçları vardır. Ruhu inkişaf etmiş, kalbi intibaha gelmiş, aklı nurlanmış kişilerin manevi ihtiyaçları ise çok daha fazladır. Risale-i Nur’un iman ve Kur’an hakikatleri ruhun, kalbin, aklın, sırrın gıdalarıdır. Öyle ki Risale-i Nur meyve (tefekküh) değil, gıda (tagaddi) olduğu için okuyucularını usandırmayan bir tefsirdir. Bediüzzaman’ın da belirttiği gibi “Bu Kur’anî risaleler sair risaleler gibi tefekküh nev’inden değil ki usanç versin. Belki tagaddidir. BL, s. 179.”
Refet Barutçu bir mektubunda Nur Risalelerini tekrar tekrar okuma ihtiyacı hissedişini şöyle izah etmiştir:
“Mütalaasına doyamıyorum. Ne kadar okursam okuyayım, diğer bir okuyuşumda okumamış gibi oluyorum. Ve yeni bir eser okur gibi oluyorum. Hadsiz bir zevk-i manevi ve nihayetsiz bir hazz-ı ruhî ile okuyorum… Kur’ân-ı Hakîmin envârını ne kadar okursam okuyayım def-i cû’ edemiyorum. BL, s. 92.”
Bazı çocuklar vardır ki sağlıklı beslenmezler. Onları yemeğe oturtamazsınız. Çünkü yemek öncesinde abur cubur ile yalancı bir doygunluk hissine kapılmışlardır. Manevi ihtiyaçlar için de benzeri bir durum sözkonusudur. Manevi açlıktan ruhu ve kalbi sıkılan biri eğlence ve sefahat ile kendini avutabilir. Fakat manevi duygularını doğru beslemiş değildir, belki de farkında olmadan zehirlenmiş de olabilir. Bu sebeple sağlık beslenmeye verilen önemden çok daha fazlası aslında manevi beslenmeler için de sergilenmelidir. İşte Risale-i Nur okumaları keyfiyetine büyük bir ehemmiyet verilmesi gereken günlük manevi yemek saatleridir.
11- Hatt-ı Kur’an ile oku!
Kur’an’ın manevi bir tefsiri olan Risale-i Nur, Kur’an harfleriyle yazılmış ve neşredilmiştir. Latin harfleriyle okunması caiz görülmüş olsa da Risale-i Nur’a en güzel muhatabiyet elbette hatt-ı Kur’an ile mütalaadan geçer. Üstad’ın Ekrem’in (RA) “Risale-i Nur’un bir vazifesi huruf-u Kur’aniyeyi muhafaza olduğundan yeni hurufa zaruret derecesinde inşaallah müsaade olur. KL, s. 163.” gibi vurguları Kur’an harfleriyle okumanın ehemmiyetini gösterir.
Risale-i Nur’dan istifadeyi arttıran ehemmiyetli bir sebep de güzel bir hat (font) ve yazım hataları olmaksızın (tashihli) yazılmış/basılmış nüshalardan okumaktır. Bediüzzaman “Kendinize yazdığınız parlak olsun. Çünkü mütalâaya iştiyak ve iştahı açar. BL, s. 183.” tavsiyesi ile bu meseleye dikkat çekmiştir. Elbette güzel yazı lafzın güzelliğinin, lafzın güzelliği de mananın ve hakikatin güzelliğinin bir yansımasıdır.
12- Her risalenin kıymetini fark et!
Her bir risalenin ayrı bir cazibesi vardır. Külliyatta tevhide, nübüvvete, haşre dair pek çok risale vardır, lakin hiçbiri diğerinin tekrarı değildir. Mesela 16. Söz’den 33. Söz’e, 20. Mektup’tan 30. Lem’a’ya, 2. Şua’dan 15. Şua’ya kadar tevhide dair yazılan her bir risalenin kendi makamında pek büyük bir kıymeti vardır. Birini okudum yetti diyemezsiniz, diğer risaleyi okuduğunuzda yeni bir heyecan ve şevkle okumalarınızı sürdürürsünüz. Bu hakikate dair Bediüzzaman (RA) kendi hissiyatını dilegetirirken aslında bütün Nur talebelerinin hislerine ebediyen tercüman olmuştur: “Ben hangisini okursam ‘En birinci budur’ derdim. Ötekine bakardım ‘Bu birincidir.’ Daha öbürüsüne baktıkça hayret ederek kat’î kanaatim geldi ki Risaletü’n Nur’un kitapları birbirine tercih edilmez. Her birinin kendi makamında riyaseti var. KL, s. 11.”
13- Başka muhtaçları da hissedar et!
Barla Lahikasındaki bir mektupta Hulusi Yahyagil diyor ki: “Gıdamı almaya ve bulabildiğim böyle bir muhatabı da hissedar etmeye çalışıyorum. BL, s. 30-31.” Risale-i Nur’dan daha fazla istifade etmenin en güzel usullerinden biri de Hulusi abinin uyguladığı gibi birlikte müzakere ve mütalaalarda bulunmaktır. İmani bir meseleyi on akıl, yirmi göz ve yirmi kulakla keşfetmeye çalışmak ilahi feyzin daha fazla tecelli etmesine en makbul bir fiili dua olsa gerektir. Bunun yanında özel okumalarda keşfedilen bir hakikati bir makaleye dönüştürmek, bir vecizeyi sosyal medyada paylaşmak, sosyal hayatın içinde çeşitli vesileleri kullanarak sohbeti iman hakikatlerine çekmeye çalışmak da Risale-i Nur okumalarına yepyeni ufuklar kazandıracaktır. Bu gibi güzel niyetler ve gayretler netice itibariyle ciddi, dikkatli ve tahkik ederek okuma iştiyakını kazandıracaktır.
14- Kendini yenile ve her daim tecdid et!
İnsan bedenen ve ruhen her an yenilenir. Kâinat da her daim tecdid eder. Mekân seyyardır, zaman da seyyaldir. Zamanın hızla aktığı, mekânın sürekli yenilendiği ve insanın da her daim tazelendiği bir âlemde okumaların ve hatta okuma yöntemlerinin de tazelenmesi ve yenilenmesi gerekir. Diğer taraftan irademizle ya da irademiz dışında hayatımızın değiştiği her bir an Risale-i Nur tefekkürlerine dair yeni bir bir fırsattır aslında… Refet Barutçu evlendiğinde Bediüzzaman’ın (RA) ona şu tavsiyesi bizler için de çok önemli ufuklar açabilir: “İnşaallah yeni hayatınız size risalelerin hakaikine karşı yeni bir şevk uyandıracak. BL, s. 173.”