İhlas ve ölüm birbirini çağrıştıran iki hakikattir. İhlas öze dönmek, arınmak ve dupduru olmaktır. Ölüm de öze döndüren, arındıran ve dupduru kılan en tesirli hakikatlerden biridir. İhlas ile ölüm arasındaki bu kuvvetli irtibattandır ki, “İhlası kazanmanın ve muhafaza etmenin en müessir bir sebebi rabıta-i mevttir.”
Kur’ani bir kavram olan rabıta “ilgi, alaka, bağ” manalarına geldiği gibi mecazi olarak uyanık olma, dikkatli olma ve sınır karakolunda nöbet tutmak manalarını da ifade eder. Bu bağlamda “rabıta-i mevt” ‒sınır karakolunda nöbet tutan asker gibi‒ uyanık ve dikkatli olmayı, ölüme hazırlıklı bir şekilde hayat geçirme bilincini ifade etmektedir.
Peygamber Efendimiz Aleyhissalatü Vesselam’ın, “Ölmeden önce ölünüz” hadisi de bir rabıta-i mevt tavsiyesidir. Lakin rabıta-i mevt ölümü düşünmenin ötesinde hayati bir prensiptir. Aslında hayatın tüm alanlarında ölümle irtibatlı olmak ve hayatı anlık değil külli bir şekilde değerlendirmektir asıl olan. Bu manada bir rabıta-i mevt ise ahirete iman hakikatini inkişaf etmiş hallerinden biridir. Dünyevi değil uhrevi bir insan gibi yaşamaktır. Zira ölümle irtibatını güçlü kılan ve onu hiçbir vakit hatırdan çıkarmayan bir kimse ne fani dünyaya ne de içindekilere sıkı sıkıya bağlanmaz.
Bir şeyi gerçek manada sevmek ve bağlanmak için ‒vehmi dahi olsa‒ baki ve ebedi olduğunu varsaymak gerekir. Eşyanın fani ve geçici olduğu hatırlandıkça ilgi ve sevgi bağları zayıflar ve bir zaman sonra tamamen kopar. Fani şeylerden baki lezzetler almak isteyen nefs ise tul-i emele yapışır. Dünyevi uzun emeller insanda vehmi bir ölümsüzlük ve beka duygusuna sebep olur. Oysa ölümlü bir varlığın ölümsüz ve hiç hesap vermeyecekmiş gibi yaşaması, geçici lezzetlerle yetinerek kendini kandırması ne derin bir çelişkidir. Ahiret yerine dünyaya ve hüda yerine hevaya odaklanmak suretiyle nefsine köle olmuş bir ruhun ise fıtratını ve ihlasını koruması epey müşküldür. Bu sebeple tul-i emel hem riyaya sebeptir hem de ihlası zedeler.
Rabıta-i mevt ise tul-i emelin ilacı olduğu için hem ihlası kazandırır hem de riyadan korur. Sehl-i Tüsteri nefse en ağır gelen şeyin ihlas olduğunu söyler. Zira ihlas nefse pay vermemektir. Nefsani lezzetleri acılaştıran en tesirli hakikat de ölümdür. Varlıklar üzerindeki fena damgasını her daim gören bir nefs ‒hakikilerini ve ebedilerini kazanmak yolunda‒ heveslerini erteleyerek ihlası kazanır. Fani zevklerin peşinden koşan bir nefs ise onların sevgilerini kalbine doldurmak suretiyle gizli şirklere düşer. Bu sebeple ölümle irtibatını güçlü kılıp nefsini terbiye edenler gizli/aşikar her türlü şirkten de azad olur. Bu manada şirkten kurtuluş adımlarının her biri ihlas basamaklarında yükseliş manasındadır.
İhlasın zirvesi “ihlas-ı etemm”dir. Mükemmel ihlası (ihlas-ı etemm) kazanmak için ise yalnız kendi ölümünü düşünmek yeterli değildir. Senelik, asırlık ölümlerin de bilincinde olmak gerektir. Daha da ötesi dünyanın ölümü ve kıyametin zelzeleleri de tefekkür edilmek suretiyle bu manalar hayata, ibadetlere ve akideye yansımalıdır. Yirmi Birinci Lem’a olan İhlas Risalesi’nde “ihlas-ı etemm” vurgusuyla rabıta-ı mevt hakikatinin bu külli manalarına ve mertebelerine şöyle dikkat çekilir:
Akıbeti düşünmek suretinde müstakbeli zaman-ı hazıra getirmek değil, belki hakikat noktasında zaman-ı hazırdan istikbale fikren gitmek, nazaran bakmaktır. Evet hiç hayale, faraza lüzum kalmadan, bu kısa ömür ağacının başındaki tek meyvesi olan kendi cenazesine bakabilir. Onunla yalnız kendi şahsının mevtini gördüğü gibi bir parça öbür tarafa gitse asrının ölümünü de görür, daha bir parça öbür tarafa gitse dünyanın ölümünü de müşahede eder, ihlas-ı etemme yol açar.
İnsanın yüzü ya Halık’a müteveccihtir ya da mahluka. Halık’a teveccüh ihlas, mahluka teveccüh ise riyadır. Rabıta-i mevt insanın yüzünü Halık’ına yöneltir ve mahlukatın fani teveccühlerine aldanmaktan muhafaza eder.
Ölüm, hayata istikamet veren bir pusula gibidir. Ölüm ile irtibatlı olundukça hayatın rotası dünyadan ahirete yönelir ve ilahi huzura odaklanır. Böylece hayat hulus, huşu ve huzur bulur…