Geniş katılımlı Risale-i Nur derslerinin en önemsediğim taraflarından biri de bu feyizli ortamın fırsatını ganimet bilip bazı hakikatleri daha detaylı araştırmak için yeni ödevler çıkarmama vesile olmasıdır. Fakat en son seferki ödevim kürsüde dersi okuyan abimiz tarafından yarı şaka yarı ciddi bir üslupla bana tevdi edildi. Derste Mesnevi-i Nuriye tercümesinin Zeylü’l Hubab bölümünde yer alan şu satırları tefekkür etmekteydik:
Evet, hayat apartmanı yıkılıyor. Ömür tayyaresi şimşek gibi geçiyor. Zaman da sel dolaplarını sür’atle çalıştırıyor. Arz sefinesi de sür’atle giderken “temurru merre’s-sehab” (Neml 27/88) ayetini okuyor. (A. Nursi: 94)
Dersi okuyan abimizin “apartman” kelimesi dikkatini çekmişti. Ben kendimce edebiyatçı olan abimizden hayatın apartmana benzetilmesinin izahlarını bekliyordum. O ise Mesnevi-i Nuriye’nin 1920’li yıllarda yazılmasını dikkatlere sunarak Bediüzzaman’ın “apartman” kelimesini o zamanda kullanmış olmasının hikmetlerini zikrediyordu. O dönemde apartmanların sayısının çok az olduğunu ve çok kullanılan bir tabir olmadığını dile getiriyordu.
Bu esnada bu yazının yazarı bir noktaya dikkat çekmek düşüncesiyle ‒belki istemeden de olsa malumatfuruşluk nevinden‒ söze girmiş oldu: Mesvevi-i Nuriye’nin aslı “Arapça” olarak Bediüzzaman Said Nursi tarafından telif edilmiş. Bu tercüme ve tabirler ise Abdülmecid Nursi’ye ait. Belki orijinalinde “apartman” yerine başka bir kelime tercih edilmiş olabilir…
Bu yorum üzerine dersi okuyan abimiz meselenin aslını araştırmak üzere başta kendine, dersi dinleyenlere ve özellikle de bana bir ödev çıkarmış oldu. Ders sonunda ayaküstü bu konuyu bir nebze müzakere ettiğimiz abimizle bu konuyu araştırma kararı vermiş olarak ayrıldık. Eve geldiğimde yorgunluğumu mazeret bilerek, yalnız kütüphanemde bulunan iki yazarın (Abdülkadir Badıllı ve Ümit Şimşek) Mesnevi-i Nuriye tercümelerine kısaca göz gezdirmekle yetindim. Abdülkadir Badıllı tercümesinde “hayat apartmanı” tabiri yerine “kasr-ı hayat” ifadesini tercih etmişti lakin parantez içinde “hayat sarayı” diye de eklemişti. Ümit Şimşek ise yaptığı tercümede “hayat sarayı” ifadesini tercih etmişti.
Evet kasr-ı hayat, (hayat sarayı) inhidama başlamış. Ömür kuşu da, şimşek gibi geçmekte olup, seni kabir yuvasında nerede ise yumurtlamak üzeredir. Zamanın seyli dahi, o derece sür’atle dolaplarını çeviriyor ki, akılları dehşette bırakıyor. Ve küre-i arz sefinesi de, feza-yı gayr-ı mütenahî içinde bulut sür’ati gibi akıp gitmektedir. (Badıllı: 247)
Evet, hayat sarayı yıkılıyor; şimşek gibi gelip geçen ömür kuşu, seni neredeyse kabirdeki yuvana yumurtlayacak; zamanın seli, mukadderat dolaplarını akıllara dehşet veren bir hızla çeviriyor; arz gemisi bulutların geçişi gibi gelip geçiyor. (Şimşek: 201)
Fakat daha tahkik meselesi tamamlamış ve sonuçlandırmış değildim. Zira asıl Üstad’ın Arapça eserinde hangi tabiri kullandığını bulmam gerekiyordu. Onu tespit ettikten sonra mütercimlerin tercümeleri üzerine yorum yapmam anlamlı olacaktı. Nihayet Arapçasına baktığımda “kasrü’l-hayat” ifadesi karşıma çıktı.
Peki “kasr” neydi? “Kasr”ın en doğru tercümesi “saray” mı yoksa “apartman” mıydı? Ya da başka bir kelimenin mi tercih edilmesi gerekliydi?
Etimoloji Türkçe sitesinde kasr kelimesine dair şu bilgiler dikkat çekiciydi:
Arapça ḳsr kökünden gelen ḳaṣr قصر “korunaklı konut, köşk, kale, şato” sözcüğünden alıntıdır. Arapça sözcük Aramice/Süryanice aynı anlama gelen ḳastrā veya ḳaṣrā קסטרא/קצרא sözcüğünden alıntıdır. Bu sözcük Eski Yunanca aynı anlama gelen kástron κάστρον sözcüğünden alıntıdır. Yunanca sözcük Latince aynı anlama gelen castrum sözcüğünden alıntıdır.
Bu manalardan yola çıktığımızda “hükümdar konağı” manasına gelen ve Farsça olan “saray” ifadesinin “kasr” kelimesini tam olarak karşılamadığı da anlaşılıyor. Kasr kelimesi daha çok “şato, küçük kale, müstahkem yer ve askeri garnizon” gibi manaları çağrıştırıyor. Lakin bu kelimeler de Bediüzzaman’ın lügatinde yer almıyor.
Bediüzzaman’ın Risale-i Nur Külliyatı’ndaki kelime tercihlerine baktığımızda “saray” kelimesini daha sık, “kasr” kelimesini ise nadiren kullandığını görmekteyiz. Bu iki kelimeyi ‒insanı tarif ederken‒ birlikte kullandığı yeri araştırdığımızda ise 17. Lem’a’nın 14. Notası karşımıza çıkmaktadır.
İşte her bir hayvan öyle bir kasr-ı İlahidir. Hususan insan o kasırların en güzeli ve o sarayların en acibidir. Ve bu insan denilen sarayın cevherleri, bir kısmı alem-i ervahtan, bir kısmı alem-i misalden ve Levh-i Mahfuz’dan ve diğer bir kısmı da hava aleminden, nur aleminden, anasır aleminden geldiği gibi; hacâtı ebede uzanmış, emelleri semavat ve arzın aktarında intişar etmiş, rabıtaları, alakaları dünya ve âhiret edvarında dağılmış bir saray-ı acip ve bir kasr-ı gariptir.
Netice olarak “kasrü’l-hayat” ifadesinin “hayat sarayı” olarak çevrilmesi ‒ her ne kadar birebir karşılamıyor olsa da Türkçe telif edilen Risale-i Nur eserlerini ve Bediüzzaman’ın kelime tercihleri dikkate aldığımızda‒ çok da yanlış bir tercih gibi durmuyor.
Bediüzzaman “apartman” tabirini eserlerinde yalnız bir tek yerde kullanmış. Bu eser el-Hüccetü’z-Zehra ismiyle yad edilen 15. Şua’dır ve 1949 yılında Afyon hapsinde telif edilmiştir. 15. Şua, 1. Söz’le başlayan ‒33 adet Sözler, 33 adet Mektuplar, 33 adet Lem’alar ve 15 adet Şualardan ibaret‒ Risale-i Nur Külliyatı’nın nihayetidir. (Bu tarihten sonra yeni bir risale telif edilmemekle birlikte Emirdağ Lahikası-II adıyla bir araya getirilecek olan bir kısmı imani veya siyasi, çoğunluğu ise içtimai hakikatleri ders veren mektuplar yazılmıştır.)
Kainatı bir muntazam şehir, bir mükemmel apartman ve misafirhane, bir mu’cizatlı kitap ve Kur’an hükmüne getirip… (15. Şua, 1. Makam, 10. Kelime)
Buraya kadar mütercimlerin tercümelerindeki bir kelimenin izini takip etmeye çalıştık. Fakat asıl mesele benzetmelerle anlatılan hayatın hakiki manasını keşfetmek ve ona göre kendi hayatımızın otokritiğini yapmaktır. (Benzer şekilde “ömr”ün “tair”e, “zaman”ın “seyl”e, “sefine-i arz”ın “sehab”a benzetilmeleri de başlı başına tefekkür vesilesidir.)
Aziz Üstad Risale-i Nur Külliyatı’nda hayattan bahsederken meseleye uygun olarak onu birçok şeye benzetmiştir; endam ayinesi, ayine, ayine-i Samediyet, mirat-ı Hak, bürhan-ı Rububiyet, kelime-i mektube, Rabbani mektup, makine, istihale makinesi, hatem, sahife, yol, tünel, mide, uyku, lisan, ruhun ziyası, mevcudatın keşşafı ve “kainatın ruhu, nuru, mayası, esası, neticesi, hülasası”…
Dersin ertesi günü bu manaları tefekkür edip yazıya dökmeyi niyetlendimse de vakit buna müsaade etmedi ve yeni bir hayat kurmak için sözleşmiş gençlerin nikahlarına şahit olmak üzere ailecek apartmanımızdan tam çıkacaktık ki eşimin telefonu çaldı. Telefonun diğer ucundaki komşumuz apartmanımızdaki eski yöneticimiz Nadir amcanın ebedi yolculuğuna çıktığını ve az sonra apartmanın önüne cenaze arabasının geleceğini haber veriyordu. Programımız bir anda değişmişti ve istikametimiz nikah salonundan cami avlusuna çevrilmişti. Biz de ikindi namazımızı Fatih Camii’nde kıldıktan sonra Nadir amcamızın hüsn-i akıbetine şahitlik ettik. Bu süreçte hayat ölüm titreşimlerine tanıklık eden ruhuma ev sahipliği yapan bina-i bedenimin inci gibi bir taşı olan dişim de adeta faniliğimi haykırarak ‒hafi değil artık cehri‒ zikretmeye başlamıştı. Bir ahirzaman insanının ihtiyarlık mevsiminin bu güz günlerine Niyazi Mısri ne güzel tercüman oluyordu:
Günde bir taşı bina-yı ömrümün düştü yere,
Can yatar gafil, binası oldu viran bîhaber
Kaynakça:
Bediüzzaman Said Nursi, Lem’alar, (Yeni Asya Neşriyat, İstanbul: 1998).
Bediüzzaman Said Nursi, Şualar, (Yeni Asya Neşriyat, İstanbul: 1998).
Bediüzzaman Said Nursi, Arapça Mesnevi-i Nuri Tam Tercümesi, Tercüme: Ümit Şimşek, (Nesil Yayınları, İstanbul: 2009).
Bediüzzaman Said Nursi, Mesnevi-i Nuriye Türkçe Tercümesi, Mütercim: Abdülkadir Badıllı, (İttihad Yayıncılık, İstanbul: 2010).
Bediüzzaman Said Nursi, Mesnevi-i Nuriye ve İşaratü’l İ’caz (Türkçe Tercümesi), Mütercim: Abdülmecid Nursi, (Yeni Asya Neşriyat, İstanbul: 1998).
“Kasır Kelime Kökeni”, Etimoloji Türkçe, http://www.etimolojiturkce.com/kelime/kasır, (Erişim tarihi: 10 Ekim 2016).