Allah ezeli kelamında “Size öğrettiği/talim ettiği gibi Allah’ı zikredin. Bakara 2/239” buyurur. Bu ilahi emrin gereği yalnızca Esma-i Hüsna’yı lafzen zikretmek midir? Kur’an’da nasıl bir talim-i Esma terbiyesi vardır? Kâinat ve yaratılışı mevzu edinen birçok ayetlere niçin Esma-i Hüsna ile hatime verilmiştir? Bu gibi sorular Kur’an’ın nasıl bir Esma-i Hüsna talimi verdiğine dair ciddi bir merakı ve araştırma meylini uyandırmaktadır. Bu makalede Kur’an’ın Esma-i Hüsna taliminin ana esasları Mu’cizat-ı Kur’aniye Risalesinin kazandırdığı bakışla belirlenmeye çalışılmıştır. Tespit edilen bu bakış açısıyla Risale-i Nur Külliyatının tamamını incelemek mümkün olmakla birlikte, misaller Onuncu Sözün Hakikatler bölümüyle sınırlı tutulmak suretiyle daha derli toplu bir yaklaşım geliştirilmeye çalışılmıştır.
Risale-i Nur’un kazandırdığı bakış açısına göre Kur’an-ı Hakîm, kâinat ve mevcudattan Allah’ın zat, sıfat ve esması için bahsetmiştir. Kur’an, kâinat ve mevcudata kendileri için değil, yaratıcılarına delil oldukları için kıymet vermiştir. Kâinat ve mevcudatın hakiki kıymeti ise Allah’ın Esma-i Hüsna’sının yansımaları olmasıdır. Kur’an’ın ana gayelerinden biri de kâinat sadefinde gizlenmiş Esma-i Hüsna’nın tecellileri olan manevi defineleri keşfetmektir. Bundandır ki Kur’an’ın Risale-i Nur’daki özlü tariflerinden biri de “Zeminde ve gökte gizli Esma-i İlahiyenin manevi hazinelerinin keşşafı” ifadesidir.
Esma-i Hüsna, künuz-u mahfiyedir, keşfedilmeyi bekleyen gizli hazinelerdir. Kur’an-ı Hakîm ise keşşaftır. Esma’nın gizli hazinelerini eksiksiz keşfeden bir kâşiftir. Kur’an tilmizlerini kâinatın melekûtunda gizlenen bu en değerli mücevheratı keşif yolculuklarına çıkarır. Çokluktan kinaye, yetmiş bin perde diye tabir edilen ve eserden fiile, isme, sıfata, şe’ne, ta Zat-ı Akdes’e kadar süren uzun manevi bir serüvendir, insanın önüne açılan.
Kur’an, Esma-i Hüsna künuzunu açan bir anahtardır. Bir başka açıdan, Kur’an da talim-i Esma dersleriyle bir künuzdur. Kur’an’ın künuz-u mahfiyesinin asrımıza açılan kapılarını açan anahtar ise onun manevi bir tefsiri olan Risale-i Nur’dur. Bazen anahtar hazine kadar değer kazanır. Gizli ve kapalı bir hazineden anahtarsız istifade etmek mümkün değildir. Kâinatın melekûtunda gizlenen Esma-i Hüsna hazinelerinin paha biçilmez anahtarlarını –Kur’an-ı Hakîm’in talimiyle- en kısa ve kolay bir yoldan muhatabının eline veren Risale-i Nur, özellikle de Mu’cizat-ı Kur’aniye Risalesi pek büyük bir kıymet ve ehemmiyete haizdir.
Risale-i Nur Külliyatında Esma-i Hüsna zengin bir çeşitlilikle ve maksadına uygun bir mahiyette mevki almıştır. Mesela, Birinci Sözün iki sayfasında on terkip halinde on üç Esma-i Hüsna’nın talim ediliyor olması tefsirde yeni bir yaklaşımdır. (Malik-i Ebedi, Hâkim-i Ezeli, Kadir-i Rahim, Cenab-ı Hak, Rezzak, Allah, Rahman, Mün’im-i Hakiki, Ehad, Samed) Dokuzuncu Sözün yedi sayfasında otuz üç Esma-i Hüsna’nın kırk altı farklı terkip ile talim edilmesi çok dikkat çekicidir. (Baki-i Layezal, Baki-i Sermedi, Cemil-i Baki, Cemil-i Layezal, Cemil-i Lemyezel, Cenab-ı Hak, Cenab-ı Mün’im-i Hakiki, Daim-i Baki, Ezel ve Ebed Sultanı, Gani-i Mutlak, Hafiz-i Kerim, Hakîm-i Zülkemal, Halık-ı Arz ve Semavat, Halık-ı Mevt ve Hayat, Kadim-i Baki, Kadim-i Lemyezel, Kadir-i Kerim, Kadir-i Mutlak, Kadir-i Zülcelal, Kahhar-ı Zülcelal, Kamil-i Mutlak, Kayyum-u Baki, Kayyum-u Sermedi, Kerim, Ma’bud, Ma’bud ve Mahbub-u Baki, Ma’bud-u Lemyezel, Mahbub-u Hakiki, Mahbub-u Layezal, Malik, Mutasarrıf-ı Hakiki, Mün’im-i Hakiki, Rab, Rabb-i A’la, Rabb-i Azim, Rabbü’l Âlemin, Rahim, Rahim-i Sermedi, Rahim-i Zülcemal, Rahim-i Zülcemal, Rahman, Rahman-ı Rahim, Rahman-ı Zülkemal, Samed, Sani-i Zülcelal, Zat-ı Zülcelal) Her Nur Risalesinde şahid olunan bu tablo göstermektedir ki, çağın Kur’an tefsiri aynı zamanda talim-i Esma risaleleri mahiyetini kazanmıştır.
Mu’cizat-ı Kur’aniye Risalesinde Kur’an’ın kırka yakın cihetten mu’cize oluşu ele alınmıştır. Nazmındaki cezalet, manasındaki belagat, üslubundaki bedaat, beyanındaki beraat, lafzındaki fesahat, lafzındaki ve manasındaki camiiyet, ilmindeki ve mebahisindeki camiiyet, îcazlı oluşu, gayptan haber verişi, tekraratı gibi birçok yönden i’caz-ı Kur’an hakikati ispat edilmiştir. Kur’an’ın i’cazı sadedinde dilegetirilen yönlerden biri de ayetlere Esma-i Hüsna ile hatime verilişindeki i’cazdır. Yirmi Beşinci Söz’de yirmi sayfalık bir bölümde “Meziyet-i Cezalet” ve “Nükte-i Belagat” alt başlıklarıyla Kur’an’daki bir kısım ayetlerin Esma-i Hüsna ile hatimesindeki i’caz tefsir edilmiştir.
Telif sebebi Kur’an’ın manasındaki mu’cizeliği ispat olan Risale-i Nur’un dilinde, özellikle de Esma-i Hüsna’yı beyanlarına nakşetme üslubunda rehberi Kur’an-ı Hakîm’dir. Bu halis niyetin bir neticesidir ki Kur’an’ın Esma-i Hüsna taliminden süzülen on farklı cezaletli ve belagatli beyan tarzı Risale-i Nur Külliyatının her tarafına nüfuz etmiştir. Risale-i Nur Külliyatında bürhanlarla tefsir edilen iman ve Kur’an hakikatleri –Kur’an’ın mu’cizeli üslubunun bir yansıması nevinden- Esma-i Hüsna’ya istinad edilerek muhkemleşmiştir.
Mu’cizat-ı Kur’aniye Risalesinin gözlüğüyle Kur’an’ın hatimelerine bakıldığında görülmektedir ki, Kur’an Esma-i Hüsna’yı on farklı metotla talim etmiştir. Kur’an’ın hatimelerinde eserden Esmaya, sanattan tezgâha, tafsilden icmale, mülkten melekûta, maddeden manaya, kesretten vahdete, sebeplerden Müsebbibe, dünyadan ahirete, cüz’iyyetten külliyyete ve tehditten rahmete geniş kapılar açan dinamik bir Esma-i Hüsna talimi vardır. Risale-i Nur Külliyatı da Kur’an’dan keşfedilen bu on farklı talim-i Esma usulüyle nakış nakış işlenmiştir. Bu makalede on usule dair sadece Onuncu Sözün Hakikatlerinden örnek metinler seçilerek kısa değerlendirmelerde bulunulacaktır.
Eserden Esmaya
Mu’cizat-ı Kur’aniye Risalesinin Birinci Meziyet-i Cezaleti’nde kâinatı mana-i harfi nazarıyla okuyarak Allah’ın Esma-i Hüsnasını talim etmenin en birinci basamağı anlatılır. “[Kur’an] Sâni-i Zülcelâlin ef’al ve eserlerini nazara karşı serer, bast eder. Sonra, o âsâr ve ef’alinde esmâ-i İlâhiyeyi istihrac eder” tesbitiyle eserden Esma-i Hüsnaya doğru derinleşen Kur’anî bakışa işaret edilir.
Kur’an, Allah’ı fiilleri, isimleri, sıfatları, şe’nleri ve zatıyla eksiksiz tanıtır. Öncelikle, her biri birer sanat eseri olan masnuatın melekûtunda ilahi fiillere nazarları çevirir. Fiillerden isimlere, isimlerden sıfatlara, sıfatlardan şe’nlere, şe’nlerden de Zat-ı Akdesin huzuruna ulaştıran marifetullah ve muhabbetullah yolculuklarına çıkarır.
Onuncu Sözün Beşinci Hakikatinin giriş cümlesi bu manada bir Esma talimine misal olabilir:
“Hiç mümkün müdür ki, en edna bir hâceti, en edna bir mahlûkundan görüp kemâl-i şefkatle ummadığı yerden is’âf eden; ve en gizli bir sesi, en gizli bir mahlûkundan işitip imdad eden; lisan-ı hal ve kàl ile istenilen her şeye icabet eden nihayetsiz bir şefkat ve bir merhamet sahibi bir Rab, en büyük bir abdinden, en sevgili bir mahlûkundan en büyük hâcetini görüp bitirmesin, is’âf etmesin, en yüksek duayı işitip kabul etmesin?”
Bu cümlede her şeyi terbiye eden şefkat ve merhamet sahibi bir Rab eserlerinin perde arkasındaki fiilleriyle tarif edilir. Öyle bir Rabdir ki her şeyi görür, işitir, is’af, imdad ve icabet eder. Sürprizler yapan, her şeye çok duyarlı olan, hâl dilinden anlayan, dikkatinden ve nazarından hiçbir şey kaçmayan, merhamet ve şefkatle terbiye eden bir zatın ancak hakiki Rab olduğu dersi verilir.
Sanattan tezgâha
Kur’anî esma taliminin diğer bir tarzı sanattan tezgâhı, tezgâhta işleyen sanatkârı göstermek şeklinde gerçekleşir. Kur’an her biri sanat harikası olan masnuatın hangi tezgâhın neticesi olduğunu Esma-i Hüsna talimi ile gösterir. İkinci Nükte-i Belagatin “Beşerin nazarına sanat-ı İlâhiyenin mensucatını açar, gösterir; sonra, fezlekede o mensucatı, esma içinde tayyeder” cümlesinde bu hakikat hülasa edilir.
Bu hakikate misal babından Onuncu Sözün Yedinci Hakikatindeki şu cümleyi tahkik edelim:
“Zira görüyoruz ki, vazifesinin bitmesiyle ömrüne nihayet verilen ve şu âlem-i şehadetten göçüp giden her şeyin, Hafîz-i Zülcelâl, birçok suretlerini elvâh-ı mahfuza hükmünde olan hâfızalarda ve bir türlü misâlî aynalarda hıfzedip, ekser tarihçe-i hayatını çekirdeğinde, neticesinde nakşedip yazıyor. Zahir ve bâtın aynalarda ibkà ediyor. Meselâ, beşerin hâfızası, ağacın meyvesi, meyvenin çekirdeği, çiçeğin tohumu, kanun-u hafîziyetin azamet-i ihatasını gösteriyor.”
Cümlenin kuruluş maksadı öncelikle tevhid hakikatini ispat etmektir. Akabinde de tevhide istinad edilerek haşir hakikati ispat edilir. Ana gaye tevhid ve haşrin ispatı olmakla birlikte cümle öyle kurgulanır ki ikinci derecede Esma-i Hüsna talimi de gerçekleşir. Hafîz ismi ve muhafaza kanununun tohum, çekirdek, meyve, hafıza gibi sanat harikalarının manevi tezgâhları olduğu hakikati satır aralarından tebei olarak okutulur.
Tafsilden icmale
Üçüncü Meziyet-i Cezalette Kur’an’ın Esma taliminin diğer bir yönü şöyle dile getirilir: “Cenab-ı Hakkın fiillerini tafsil ediyor, sonra bir fezleke [Esma-i Hüsna] ile icmâl eder. Tafsiliyle kanaat verir; icmâl ile hıfzettirir, bağlar.”
Risale-i Nur Külliyatı’nda da benzer metot ile Esma-i Hüsna’nın talim edildiği dikkati çeker. Onuncu Sözün İkinci Hakikatinde geçen aşağıdaki cümle bu manada bir Esma-i Hüsna talimi ihtiva eder. Yeryüzünde kurulu ziyafet ve ikramların en gözalıcıları olan huri gibi ağaçlar, zehirli sinekler, elsiz böcekler, hazineli çekirdekler misal verilerek gizli bir kerem elinin işlemesi hakikati tafsilli bir şekilde anlatılır. Daha sonra ise yeryüzü genişliğinde azametli bu hakikatin zihinlere ve vicdanlara kodlanması ve nakşedilmesi için başta Kerim ismi olmak üzere Cemil, Latif ve Rahim isimleri zikredilir.
“Öyle ulvî bir keremle ziyafetler, ikramlar olunuyor ki, nihayetsiz bir Kerem eli, içinde işlediğini bedaheten gösteriyor. Mesela, bahar mevsiminde, Cennet hurileri tarzında bütün ağaçları sündüs-misal libaslar ile giydirip, çiçek ve meyvelerin murassaâtıyla süslendirip, hizmetkâr ederek, onların latîf elleri olan dallarıyla çeşit çeşit en tatlı, en musanna meyveleri bize takdim etmek; hem, zehirli bir sineğin eliyle şifalı en tatlı balı bize yedirmek; hem, en güzel ve yumuşak bir libası elsiz bir böceğin eliyle bize giydirmek; hem, rahmetin büyük bir hazinesini küçük bir çekirdek içinde bizim için saklamak, ne kadar cemîl bir kerem, ne kadar latîf bir rahmet eseri olduğu bedaheten anlaşılır. ”
Mülkten melekûta
Kur’an, Esma talimiyle mülkten melekûta geçirir. Mahlûkatı belirli bir tertiple zikredip –teleskop mercekleri gibi- şeffaflaştırarak melekûtun derinliklerinde tecelli eden Esma-i Hüsna güneşlerini meraklı akıllara seyrettirir. Şöyle ki: “Mahlûkat-ı İlâhiyeyi bir tertiple zikreder, sonra o mahlûkat içinde bir nizam, bir mîzan olduğunu ve onun semereleri olduğunu göstermekle güyâ bir şeffâfiyet, bir parlaklık veriyor ki, sonra o ayna-misâl tertibinden, cilvesi bulunan esmâ-i İlâhiyeyi gösteriyor.”
Onuncu Sözün Dokuzuncu Hakikatinde geçen aşağıdaki paragraf tefekkür edildiğinde, mülk merceğinden melekût fezasının görsel şöleni doyumsuzcasına seyredilir.
“Şu âlemin Mutasarrıf-ı Zîşânı, her asırda, her senede, her günde bu dar, muvakkat rûy-i zeminde haşr-i ekberin ve meydan-ı Kıyametin pek çok emsalini ve numunelerini ve işârâtını icad ediyor. Ezcümle: Haşr-i baharîde görüyoruz ki, beş altı gün zarfında küçük ve büyük hayvanat ve nebatattan üç yüz binden ziyade envaı haşredip neşrediyor.”
Tevhid nazarıyla, bütüncül bir bakışla tefekkür edilmediğinde mülk, melekûtu perdeler. Kısa ömürlü, bir tek canlının yaratılışını –gafil, yüzeysel bir bakış- kör tesadüfe, bilinçsiz sebeplere, cansız tabiata havale eder. Oysa bütüncül bir tevhid nazarı, bitki ve hayvan türleri sayısınca mahlûkatın her sene, her asır mükemmel bir nizam ve mizan içindeki yaratılışlarında zerre-miskal tesadüf emaresinin bulunmadığını yakînen görür, bilir ve itikad eder. Kur’anî nazarla bakıldığında kâinattaki tüm muhteşem ve görkemli tasarruflar -birer şeffaf mercek gibi- melekût derinliklerinde güneş gibi parlayan Mutasarrıf-ı Zişan ve Hayy-ı Kayyum gibi Esma-i Hüsna’yı -azamet ve kibriyasıyla- akıl ve kalp gözlerine seyrettirir.
Maddeden manaya
Kur’an’ın Esma taliminin bir başka yönü de maddeden manaya doğru gerçekleşen hakikat seyahatleridir. Kur’an, Esma talimi ile tilmizini maddenin değişkenlik bataklığında boğulmaktan kurtarır ve mana ufuklarının sıradağlarında teneffüs ettirerek istikrara kavuşturur. Beşinci Meziyet-i Cezalette bu hakikat şöyle formülize edilmiştir: “[Ayetler] tegayyüre maruz ve muhtelif keyfiyâta medâr maddî cüz’iyâtı zikreder. Onları hakàik-ı sabite sûretine çevirmek için sabit, nurânî, küllî esmâ ile icmâl eder, bağlar.”
Onuncu Sözün Üçüncü Hakikatinde yer alan aşağıdaki paragraf maddeden manaya ulaştıran Esma-i Hüsna talimine dair dikkat çekici bir bölümdür:
“Evet, görünüyor ki, şu âlemde tasarruf eden Zât, nihayetsiz bir hikmetle iş görüyor. Ona bürhan mı istersin? [1] Her şeyde maslahat ve faydalara riâyet etmesidir. Görmüyor musun ki, insanda bütün âzâ, kemikler ve damarlarda, hattâ bedenin hüceyrâtında, her yerinde, her cüz’ünde faydalar ve hikmetlerin gözetilmesi, hattâ bâzı âzâsı, bir ağacın ne kadar meyveleri varsa, o derece o uzva hikmetler ve faydalar takması gösteriyor ki, nihayetsiz bir hikmet eliyle iş görülüyor? [2] Hem, her şeyin san’atında nihayet derecede intizam bulunması gösterir ki, nihayetsiz bir hikmet ile iş görülüyor. Evet, güzel bir çiçeğin dakîk programını, küçücük bir tohumunda dercetmek, büyük bir ağacın sahife-i a’mâlini, tarihçe-i hayatını, fihriste-i cihazâtını küçücük bir çekirdekte mânevî kader kalemiyle yazmak, nihayetsiz bir hikmet kalemi işlediğini gösterir. [3] Hem her şeyin hilkatinde gayet derecede hüsn-ü san’at bulunması, nihayet derecede hakîm bir Sâniin nakşı olduğunu gösterir. Evet, şu küçücük insan bedeni içinde bütün kâinatın fihristesini, bütün hazâin-i rahmetin anahtarlarını, bütün esmâlarının aynalarını derc etmek, nihayet derecede bir hüsn-ü san’at içinde bir hikmeti gösterir. ”
Bu metinde “maslahat ve faydalar riayet”, “sanattaki intizam” ve “hilkatteki hüsn-ü sanat” gibi üç külli hakikatin Hakîm ismine bürhan oluşu izah edilmiştir. Hücrelere takılan sayısız faydalardan, tohumlara gizlenen kader dakik yazılarından, canlı bedenlerine sığdırılan kâinatlardan Hakîm ismine ulaştıran manevi köprüler kurulmuştur. Kâinatın maddesinde farklı tonlarda tecelli eden hakikat nurlarının keşfi için mana derinliklerine nüfuz ettirici Esma talimine ihtiyaç vardır.
Kesretten vahdete
Kur’an, talim-i Esma ile kesretten vahdete ulaştırır. Altıncı Nükte-i Belagatin “Kâh oluyor ki âyet, geniş bir kesrete ahkâm-ı Rubûbiyeti serer, sonra birlik ciheti hükmünde bir râbıta-i vahdet [olan Esma-i Hüsna] ile birleştirir” cümlesiyle bu Kur’anî maksad tesbit edilmiştir. Risale-i Nur’un satırlarında da bu manada bir Esma taliminin Kur’anî rengi hükmeder. Misal olması için Onuncu Sözün Sekizinci Hakikatinin haşiyesinde yer alan aşağıdaki paragrafı inceleyelim:
“Evet, nasıl ki bir elmayı halk edecek, elbette dünyada bütün elmaları halk etmeye ve koca baharı icad etmeye muktedir olmak gerektir. Baharı icad etmeyen, bir elmayı icad edemez. Zira o elma, o tezgâhta dokunuyor. Bir elmayı icad eden, bir baharı icad edebilir. Bir elma, bir ağacın, belki bir bahçenin, belki bir kâinatın misal-i musağğarıdır. Hem, san’at itibariyle, koca ağacın bütün tarih-i hayatını taşıyan elmanın çekirdeği itibariyle öyle bir harika-i san’attır ki, onu öylece icad eden, hiçbir şeyden âciz kalmaz.”
Bu paragrafta tevhidin ispatı yapılırken, aynı zamanda Halık ve Mucid isimlerinin de talimi gerçekleşir. İç içe daireler gibi, bir tek elmadan bütün elmalara, bütün meyvelere ve baharda yaratılan her şeyin halk ve icad edilişindeki vahdet cihetlerine dikkatler çekilir. Esma-i Hüsna’daki vahdet sırrıyla nazarlar kesrete esir olmaktan kurtarılır.
Sebepten Müsebbibe
Kur’an, Esma talimiyle sebepler ile sonuçların arasındaki perdeleri aralayarak Müsebbibü’l-Esbabın Esma-i Hüsna’sının güneş gibi doğuşunu seyrettirir. Nasıl ki ufuk çizgisinde yeryüzü ve gökyüzünü zahiren bitişik görünürken, hakikatte aralarında sonsuz bir mesafe vardır. En yakın gezegenlerden en uzak yıldızlara sayısız gökcismi ufuk çizgisinden her gün doğarlar. Sebepler ile sonuçlar arasında da sonsuz bir mesafe vardır. Kur’an sonuçların gayelerinden öyle bahseder ki, en büyük sebebin dahi en küçük bir sonuçta etkisinin olmadığını kanaat getirtir. Yedinci Sırr-ı Belagatte bu manadaki Esma talimi “Zahirî sebebi icadın kabiliyetinden azletmek ve uzak göstermek için, müsebbebin gayelerini, semerelerini gösteriyor. Tâ anlaşılsın ki, sebep yalnız zahirî bir perdedir… Sebep ve müsebbeb ortasındaki uzun mesafede Esma-i İlahiye birer yıldız gibi tulu eder.” cümleleriyle özetlenir.
Sebepler ile sonuçlar arasındaki mesafeden Esma-i Hüsna’ya baktırma hakikatine dair Onuncu Sözün Dördüncü Hakikatinde geçen aşağıdaki cümleyi inceleyelim:
“Evet, kemik gibi bir kuru ağacın ucundaki tel gibi incecik bir sapta gayet münakkaş, müzeyyen bir çiçek ve gayet musanna ve murassa bir meyve, elbette gayet san’atperver, mu’cizekâr ve hikmettar bir Sâniin mehasin-i san’atını zîşuura okutturan bir ilannamedir. İşte, nebatata hayvanatı dahi kıyas et.”
Cümlede sebepler “kemik gibi kuru” ve “tel gibi ince” olarak nitelendirilirken, sonuçlar ise “münakkaş, müzeyyen” ve “musanna ve murassa” olarak vasıflandırılmıştır. Böylelikle sebepler ile sonuçlar arasındaki mesafe alabildiğine açılmıştır. Çiçeklerin ve meyvelerin sanatlı, mu’cizeli ve hikmetli yaratılışlarına tüm dikkatler çekilerek akıl ve kalp gözlerinin Sani isminin tecellilerine şahit olması temin edilmiştir.
Dünyadan ahirete
Kur’an’ın Esma taliminin bir veçhesi de dünya ile ahiret dengesini kurdurmaktır. Sekizinci Meziyet-i Cezalette Kur’anî Esma-i Hüsna taliminin bu veçhesi üzerinde durulmuştur. Şöyle ki: “Cenab-ı Hakkın ahirette harika ef’âllerini kalbe kabul ettirmek için ihzâriye hükmünde ve zihni tasdike müheyya etmek için, bir idâdiye suretinde, dünyadaki acaib ef’âlini zikreder; veyahut istikbalî ve uhrevî olan ef’âl-i acîbe-i İlahiyeyi öyle bir surette zikreder ki, meşhudumuz olan çok nazîreleriyle onlara kanaatimiz gelir.”
Dünya ile ahiret arasındaki tek benzerlik isimlerdir. İbn-i Abbas “leyse fi’l-Cenneti illa Esmaüha” sözüyle Cennet nimetlerinin isimleri haricinde hiçbir yönden dünya nimetlerine benzemediğini dile getirir. Bununla birlikte bu hakikatli sözden dünya ile ahiretin Esma-i Hüsna’nın tecellisi olmak cihetiyle benzerlik bulunduğu sonucuna da ulaşılabilir. Bir başka ifadeyle Esma-i Hüsna, ebediyet âleminin iki yakası olan dünya ile ahireti tevhid eden, birleştiren ezeli köprüdür.
Onuncu Sözün Altıncı Hakikatinde yer alan aşağıdaki paragraftaki Esma taliminde dünya ile ahiret irtibatını sağlayan böyle bir yaklaşım vardır:
“Evet, madem her şeyin kıymeti ve dekàik-ı san’atı gayet yüksek ve güzel olduğu halde, müddeti kısa, ömrü azdır. Demek, o şeyler numunelerdir, başka şeylerin suretleri hükmündedirler. Ve madem müşterilerin nazarlarını asıllarına çeviriyorlar gibi bir vaziyet vardır; öyle ise, elbette ‘Şu dünyadaki o çeşit tezyinat, bir Rahman-ı Rahimin, rahmetiyle, sevdiği ibadına hazırladığı niâm-ı Cennetin numuneleridir’ denilebilir ve denilir ve öyledir.”
Paragrafta Rahman-ı Rahim ismi dünya ile ahiret irtibatı kurularak talim edilmiştir. Rahman-ı Rahim öyle bir zat olmalıdır ki, Cennetin numuneleri olan çok kıymetli ve çok sanatlı nimetleri rahmetiyle dünyada ihsan etmelidir. Cennetin eşsiz nimetleriyle insanı ödüllendirecek bir Rahman-ı Rahim, dünyada da ne derece şefkatli ve merhametli olduğunu sanatlı ve kıymetli eserlerini cömert bir şekilde ihsan etmekle izhar ve ispat edendir.
Cüz’iyyetten külliyete
Kur’an, Esma talimiyle zihinleri cüz’iyyetin zincirlerinden kurtarır, külliyetin ulvi makamlarına yükseltir. Dokuzuncu Nükte-i Belagatte talim-i Esmanın bu ciheti üzerinde durulmuştur: “Kâh olur cüz’î bazı maksadları zikreder. Sonra o cüz’iyât vâsıtasıyla küllî makamda zihinleri sevk etmek için, o cüz’î maksadı, bir kaide-i külliye hükmünde olan Esma-i Hüsna ile takrîr ederek tespit eder, tahkik edip ispat eder.”
İhmal edilebilir en cüz’i bir şeyi bile mühmel bırakmayan bir yaratıcının Esma-i Hüsna’sının tecellilerinden külli kaidelere ulaşmaya dair bir misal olması ümidiyle Onuncu Sözün Dokuzuncu Hakikatinde yer alan aşağıdaki paragrafa göz atalım:
“Evet, en büyük bir ağacın ruh programını bir nokta gibi en küçük bir çekirdekte derc edip muhafaza eden Zât-ı Hakîm-i Hafîz, vefat edenlerin ruhlarını nasıl muhafaza eder, denilir mi? Ve küre-i arzı bir sapan taşı gibi çeviren Zât-ı Kadîr, ahirete giden misafirlerinin yolunda, nasıl bu arzı kaldıracak veya dağıtacak, denilir mi? Hem, hiçten, yeniden bütün zîhayatın ordularını bütün cesedlerinin taburlarında kemal-i intizamla zerrâtı emr-i kün-feyekün ile kaydedip yerleştiren ordular icâd eden Zât-ı Zülcelal, tabur-misal cesedin nizamı altına girmekle birbiriyle tanışan zerrât-ı esasiye ve ecza-i asliyesini bir sayha ile nasıl toplayabilir, denilir mi?”
Paragrafın birinci cümlesinde küçük çekirdeklerde ağacın ruhu programını kader kalemiyle yazmak gibi cüz’i bir muhafazadan tâ vefat edenlerin ruhlarını muhafaza etmek gibi külli icraatlara kadar devasa bir aynada tüm azametiyle Hakîm ve Hafîz isimleri talim edilir. İkinci ve üçüncü cümlelerde de Zat-ı Kadir ve Zat-ı Zülcelal (belki Hayy-ı Kayyum) isimlerinin benzer bir üslupla talimi söz konusudur.
Tehditten rahmete
Kur’an’ın Esma taliminin son bir veçhesi ise celaliyle korkutup cemalinin rahmet kucağına sevk etmektir. Onuncu Nükte-i Belagatte bu hakikat şöyle hülasa edilmiştir: “İnsanın isyankârâne amellerini zikreder, şedid bir tehdit ile zecreder. Sonra, şiddet-i tehdit ye’se ve ümitsizliğe atmamak için, rahmetine işaret eden bir kısım Esmâ ile hatime verir; teselli verir.”
Onuncu Sözün İkinci Hakikatinde bu manada bir Esma talimi vardır. İnsanın Rabbinin hem izzet ve gayret sahibi bir Zat-ı Zülcelal, hem de rahmetin süslü meyveleriyle kendini sevdiren bir Rahman-ı Rahim olduğu ders verilir. Dar-ı mücazat hazırlayan izzet ve gayret sahibi bir Zat-ı Zülcelal’in şiddet-i tehdidinden ümitsizliğe düşürmemek için dar-ı mükâfat ve saadet-i ebediyeyi mü’minlere ihzar eden bir Rahman-ı Rahim ile teselli ve ümit verilir.
“Evet, hiç mümkün müdür ki, insan, umum mevcudât içinde ehemmiyetli bir vazifesi, ehemmiyetli bir istidadı olsun da, insanın Rabbi de insana bu kadar muntazam masnuâtıyla kendini tanıttırsa, mukabilinde insan iman ile Onu tanımazsa; hem, bu kadar rahmetin süslü meyveleriyle kendini sevdirse, mukabilinde insan ibadetle kendini Ona sevdirmese; hem, bu kadar bu türlü nimetleriyle muhabbet ve rahmetini ona gösterse, mukabilinde insan şükür ve hamd ile Ona hürmet etmese, cezasız kalsın, başıboş bırakılsın, o izzet, gayret sahibi Zât-ı Zülcelâl, bir dâr-ı mücâzât hazırlamasın? Hem, hiç mümkün müdür ki, o Rahman-ı Rahimin kendini tanıttırmasına mukabil, iman ile tanımakla ve sevdirmesine mukabil, ibadetle sevmek ve sevdirmekle ve rahmetine mukabil şükür ile hürmet etmekle mukabele eden mü’minlere bir dâr-ı mükâfatı, bir saadet-i ebediyeyi vermesin?”
Hülasa
Risale-i Nur Külliyatı bir açıdan talim-i Esma-i Hüsna kitabıdır. Bununla birlikte Risale-i Nur’un Esma-i Hüsna’yı talim metodu geleneksel yaklaşımdan çok bariz bir şekilde farklıdır. Nur Risalelerinde “Esma-i Hüsna tevkifi mi, değil mi?” ya da “isim ile müsemma aynı mı, değil mi?” gibi kelamî tartışmalara girilmemiştir. Esma-i Hüsna’yı şerh ve izah sadedinde didaktik yaklaşım da benimsenmemiştir. Bunun esas sebebi Kur’an’ın asrımızdaki mu’cize-i manevisi olan Risale-i Nur’un Esma-i Hüsna’ya yaklaşımında rehberinin sadece Kur’an-ı Hakîm olmasıdır. Bunun bir neticesi olarak da Mu’cizat-ı Kur’aniye Risalesinde metodolojisi tespit edilen Kur’an’ın Esma-i Hüsna taliminin on farklı cezaletli ve belagatli beyan tarzı Risale-i Nur Külliyatının da iskeletini teşkil etmiştir.
Risale-i Nurların şerhi meselesinde Esma-i Hüsna talimi anahtar hakikatlerin birincilerindendir. Risale-i Nurların hakikatli şerhlerinin yapılması için eserlerde hâkim olan Kur’anî talim-i Esma metodunun dikkate alınması büyük bir ehemmiyet kesb edecektir.
Risale-i Nur şerhlerinde Esma-i Hüsna’ya dair izahlar, açılımlar yapılırken şu esaslar dikkate alınmalıdır:
a) Eserden Esmaya, sanattan tezgâha, tafsilden icmale, mülkten melekûta, maddeden manaya, kesretten vahdete, sebeplerden Müsebbibe, dünyadan ahirete, cüz’iyyetten külliyyete ve tehditten rahmete yönelten Kur’anî talim-i Esma usulü esas alınmalıdır.
b) Esma-i Hüsna’nın şerhinde ayet, hadis ve Cevşen-i Kebir gibi dualar esas olmalıdır.
c) Esma-i Hüsna şerhleri yazan İslam ulemasının eserlerinden (İmam-ı Gazali gibi) azami derecede istifade edilmelidir.
d) Esma-i Hüsna’nın etimolojisi de araştırılmalıdır. Esma-i Hüsna’nın hangi kökten türediği dil âlimlerinin görüşlerine başvurularak ve eski Arap şiirinden deliller de bulunarak izah edilmelidir.
e) Zahiren benzer isimler arasındaki nüanslar ortaya konmalıdır. Mesela, Vahid, Ehad, Samed, Vitr, Ferd isimleri arasındaki nüanslar gibi.
f) İnsanlığın şeref defterine yazılan her türlü faydalı ilim, fen ve teknolojinin esasında Esma-i Hüsna vardır. Her bir fen Allah’ın bir Esma’sına dayanarak gelişir, kemal bulur. Tıb ilminde Şafi, mühendislikte Adl ve Mukaddir, genetikte Hafiz, eğitmenlikte Rab, hukukta Adl ve Hak isimleri hükmederler. Bu sır gereği Esma-i Hüsna şerhlerinde fenlerin gözlüğüyle bakılarak yeni yorumlara ulaşmanın da büyük bir ehemmiyeti vardır.