Kanım donmuş gibiydi; iştahsızdım, yemeden içmeden kesilmiştim. Gündüzüm halsizlik, gecem de uykusuzluktu. Yakîn yakın gibiydi. Hazır mıydım ölüme? Evet diyemiyordum. Zira denemek, uğraşmak ve başarmak istediğim çok şey vardı. Eksiklerim, hatalarım, pişmanlıklarım da çoktu. Ertelediğim, gerçekleştirmeyi beceremediğim hedeflerim için süreye ihtiyacım vardı. Lakin ölümün soluğunu ensemde hissediyordum. Haftayı belki günü çıkaramasam hiç de sürpriz olmayacaktı. Hazır olmalıydım ölüme; ciddiyetle…
Dünyayı istila eden esrarengiz mikroskobik askerler bizi de yoklamış ve evimizi esir almıştı. Koronavirüs bedenimizi istila etmişti. Üzülmesinler, endişelenmesinler diye kimseyle paylaşmamıştık hastalığımızı. Özellikle de ebeveynlerimizden saklamıştık. Lakin geç farkına vardık ki babam ve annem de hastalanmış ve aynı hislerle hastalıklarını bilmemizi istememişti. Ancak önemli bir farkımız vardı: Bizim tedavi sürecimiz olumlu seyrederken onlar ise hastaneye kaldırılmıştı. Bu durumu öğrendiğimizde derdimiz, imtihanımız artmıştı. Karantina süremizin sona erdiği dakikada hemen yola çıktık; baba evine giderek bu zor günlerinde yakınlarında olmak istedik. Ümitvar bir tavırla güzel haberlerini bekledik; aradık, görüştük, ihtiyaçlarını temin ettik, moral verdik. Ancak annem iyileşirken babamın hastalığı ilerledi ve yaklaşık iki yıl önce kendisini beka diyarına uğurladık. Babam ömrünü son demine değin istikrarlı yaşadı; zikirle, ibadetle, tefekkürle, şükürle, sabırla, tevekkülle, tevazuyla ve sadelikle…
Devamı Açıkdeniz dergisinin 10. sayısında…