AYNI KÜREDE yaşıyoruz ancak farklı dünyaların insanlarıyız. Ekseriyetle birbirinden çok da farklı olmayan hayatlarımız var ancak hayata yüklediğimiz anlamlar arasında nice çeşitlilik mevcut. Aynı Ramazan ayının ikliminde zahiren benzer oruçlar tutuyoruz lakin bakış açımız, ibadet bilincimiz ve fırsatı ganimete çevirmemiz arasında da epey farklılıklar söz konusu. Bu halin yaşanmasında en önemli unsurlardan biri de ibadet “temsil”lerimiz.
Öncelikle pratik anlamda tuttuğumuz orucumuz anlam dünyamızda neyi temsil ediyor? Ardından teorik olarak ideal anlamda orucumuzun neyi temsil etmesini istemekteyiz?
Mektubat’taki Ramazaniye Risalesi Ramazan ayı ve oruç ibadetine dair temsiller açısından zengin bir muhtevaya sahiptir. Ancak bu yazının sınırları içinde Ramazaniye Risalesi’nde yer alan aşağıdaki cümledeki bir temsili anlamaya yönelik bir tefekkür niyetine girilmektedir.
Güya muvakkaten hayvaniyetten çıkıp melekiyet vaziyetine veyahut ahiret ticaretine girdiği için, dünyevi hacatını muvakkaten bırakmakla uhrevi bir adam ve tecessüden tezahür etmiş bir ruh vaziyetine girerek savmı ile Samediyete bir nevi ayinedarlık etmektir.
Bu cümlede Ramazan ayı “ahiret ticareti” mevsimi olarak nitelendirildiğinden oruç tutan kişi de tacir bir “uhrevi adam”a benzetilmiştir. Uhrevi adam ise hayvaniyetten sıyrılan, melekleşen, ruhaniyeti bedenine yansıyan bir “Samediyet ayinedarı” olarak tavsif edilmiştir. Bu muhteşem tavsifteki Samediyet ayinedarlığı temsilinin orucun çok önemli bir hikmetini fark etmek için bir anahtar olduğu anlaşılıyor. Bu temsilin hakikatine bürünerek yaşamak gayesiyle yapılan bir tefekkür insanı hem meraklandırıyor hem de heyecanlandırıyor. Öncelikle bu kavramın Risale-i Nur’un birçok yerinde karşımıza çıktığını hatırlarız. Buna binaen ilgili bölümlerle bağlantı kurulması kavram analizi yapmamıza yardımcı olmaktadır. En önemlisi de cüz’i orucum bu temsil perspektifiyle ehemmiyetli bir hakikatten nasibini talep ederek külli bir anlam, kıymet ve derinlik kazanabilir.
Risale-i Nur’da “ayine-i Samed”, “ayine-i Samedaniye” tabirleri hem “kalp” hem de “hayat” için kullanılmıştır. Öncelikle kalp latifesinin Allah’ın Samediyetine ayine olmak için yaratıldığı “ayine-i Samed olan kalb”, “batın-ı kalb ayine-i Sameddir ve Ona mahsustur” gibi ifadelerle vurgulanmıştır.
Tüm hakikat mesleklerinde, özelde de tarikatte “enfüsi” ve “afaki” iki meşrep vardır. Enfüsi meşrep nefisten afaka doğru bir yolculuk iken afaki meşrep ise afaktan nefse doğrudur. Ancak her iki meşrep de birbirinin hakikatini ihtiva eder. Fark yalnız yolculuğun başlangıç ve bitiş noktalarının yer değiştirmesidir. Her iki meşrebin ortak noktası enfüsi dairede müşahede edilenin afakta, afakta müşahede edilenin de enfüsi dairede tecelli ettiğinin görülerek Fussilet suresinin 53. ayetine mazhariyettir. Bunun bir neticesi olarak marifetullah ve muhabbetullahta terakkiye açılan en yakın ve en selametli yolun kalpte olduğu tecrübe edilerek kalbin ayine-i Samed olduğu keşfedilmektedir.
Tek bir damla güneşe ayine olduğu gibi damlalar âlemi olan okyanus da güneşin azametli bir ayinesidir. Tevhid nazarıyla bakıldığında Allah’ı tanıyan ve seven tüm nurani kalplerin teşkil ettiği manevi okyanus da Esma-i Hüsna güneşinin tecellilerini tüm azametiyle yansıtmaktadır.
Küçücük birer arş-ı marifet-i Rabbaniye ve bu cami birer ayine-i Samedaniye olan nurani kalbler şems-i hakikate karşı açılan pencerelerdir ve umumu birden güneşe ayinedarlık eden bir deniz gibi bir ayine-i azamdır.
Ramazan-ı Şerif’te orucun kazandırdığı kıvamla tüm nurani kalplerin külli, azametli, haşmetli ayinedarlığının farkına varılmakta ve her oruçlu derecesine göre bu ulvi halletten hissedar olmaktadır.
Risale-i Nur’da ayine-i Samediyet ifadesi kalbin yanı sıra hayat hakkında da kullanılmıştır: “Mevcudat içinde en latif, en güzel, en cami ayine-i Samediyet de hayattır.” Zira hayat Allah’ın bütün güzel isimlerinin tecellileriyle güzelleşen, Esma-i Hüsna’nın güzel nakışlarını gösteren bir mahiyete sahiptir. Hayat, sonsuz güzelliğin her çeşit güzelliklerini en güzel bir şekilde göstererek güzelleşen bir ayinedir.
Hayatın ayine-i Samedaniye oluşu kalbin Samed ayinesi olmasıyla kemalini bulur. Zira eğer iman nuru varsa insandaki Esma-i Hüsna’nın her türlü güzellikleri ve nakışları görülebilir. Mümin iman nuruyla bu güzellik ve mükemmellikleri hem okur hem de okutur. Bu ulvi halet ise Allah’a hakkıyla muhatap olma ve O’nun özel bir misafiri gibi yaşama şuurunu taşıması gerektirmektedir. Yirmi Üçüncü Söz’de iman ile Samedani ayinedarlık arasındaki bu irtibata şöyle işaret edilmiştir:
Saniine intisaptan ibaret olan iman insandaki bütün asar-ı san’atı izhar eder. İnsanın kıymeti o san’at-ı Rabbaniyeye göre olur ve ayine-i Samedaniye itibarıyladır. O halde şu ehemmiyetsiz olan insan şu itibarla bütün mahlukat üstünde bir muhatab-ı ilahi ve Cennete layık bir misafir-i Rabbani olur.
Yirmi İkinci Söz’de hayat üzerinde “Samediyet turrası” bulunduğu belirtilmiştir. Kainatın özü ve yaratılışın meyvesi olan bir hayatın ancak her şeye her şeyden daha yakın, hiçbir şeye muhtaç olmayan ve her şeye gücü yeten bir yaratıcının bir ihsanı olabileceği şöyle dile getirilmiştir:
Hem o zihayat kainatın bir misal-i musağğarı ve şecere-i hilkatin bir meyvesi hükmünde olduğu için kainat kadar ihtiyacatını ummadığı ve bilmediği bir yerden kolaylıkla küçücük daire-i hayatına yetiştirmek Samediyet turrasını gösteriyor. Yani o hal gösteriyor ki onun öyle bir Rabbi var ki ona her şeye bedel bir teveccühü var ve bütün eşyanın yerini tutar bir nazarı var, bütün eşya O’nun bir teveccühünün yerini tutamaz. Hem o hal gösteriyor ki onun O Rabbi hiçbir şeye muhtaç olmadığı gibi hazinesinden hiçbir şey eksilmez ve kudretine de hiçbir şey ağır gelmez.
Otuz Üçüncü Söz’ün yirmi üçüncü penceresi olan hayat penceresinde “Hayatın vazifesi büyüktür. Evet Samediyetin ayinesi olmak kolay bir şey değil, adi bir vazife değil!” denilerek yine bu hakikate dikkat çekilmiştir. Allah’ın her şeyi hayatın etrafında toplattırıp ona hizmetkâr kılıyor oluşu da bu hakikate bir delil olarak zikredilmiştir. Ayrıca bu pencerede hayatın şuunat ayinesi olmakla Samed ayinesi oluşuna da şöyle dikkat çekilmiştir: “Hayat bu cami mahiyeti itibarıyla şuun-ı zatiye-i Rabbaniyeye ayinedarlık eden bir ayine-i Samediyettir.”
Hasıl-ı kelam Samediyet ayinedarlığı Allah’ı fiil, isim, sıfat, şe’n ve zat-ı akdesiyle tanıyıp severek külli muhatap olma hakikatinin temsilidir. Oruç başta nefsi terbiye ederek ardından kalp, akıl, sır gibi tüm ulvi latifelerin hakiki vazifelerine koşmalarına imkan sağlayarak bu muhatabiyeti beslemektedir. Baki, çirkinleşmeyen güzelliklerin seyrine bir dürbün ve elemsiz, daimi lezzetlerin tadılmasına manevi bir sofra mahiyetini kazanmaktadır.