Betonlaşma, kalabalık, yabancılık, kirlilik, kargaşa ve de gürültü…
Bu saydıklarım şehir hayatının bir yönüyle en fazla şikâyet ettiğimiz sorunları. Şehirler büyükşehirler haline geldikçe bu sorunlar daha da büyüyor. Bu yüzden şehrin sakinleri olarak yeşile, sükûnete ve sessizliğe ihtiyacımız gün geçtikçe daha çok artıyor.
Ancak bu kâinatta mutlak anlamda ne sükûnet, ne de sessizlik var. Hiçbir şey hareketsiz değil ve her hareketin de bir sesi var. Bazı sesler hoşumuza giderken bazıları ise bizi rahatsız ediyor. Hoşumuza giden ve bizi rahatlatan seslerin büyük bir kısmı tabii sesler. Rüzgârın sesinden göğün gürüldemesine, kuş cıvıltısından aslan kükremesine kadar fıtri ve tabii her türlü sesin özgün bir akustiği var. Bizi rahatsız eden sesler ise ekseriyetle yapay sesler; makinelerin, taşıtların, müzik âletlerinin gürültülü sesleri ve özellikle de kornalar…
Şükür ki bir duyma aralığımız var. Bu sınırlar olmasa yaşam bir eziyete dönüşürdü. Duyma aralığımızın başlangıcı 0 desibel (dB) olarak kabul ediliyor. Kulağımız 0-140 dB arası sesleri algılıyor. Duyamadığımız zayıf sesler ise eksi rakamlar ile ifade ediliyor. Mesela oda sıcaklığında hava moleküllerinin çarpışması -24 dB’lik bir ses çıkarıyor.
Devamı Açıkdeniz dergisinin 17. sayısında…