-I-
Ruhun bedeninde yaşayabilmesi için gerekli olan üç kuvveden birisidir öfke duygusu… Zararlı ve tehlikeli şeylere karşı insanın kendisini savunması için “kuvve-i sebuiyye-i gadabiye”si vardır. Tehdit karşısında bazıları korkar ve ağlar, bazıları da öfkelenir ve saldırır. Korkulmayan şeylerden dahi korkmak manasında bir tefritten, maddi manevi hiçbir şeyden korkmamak derecesinde saldırganlık manasındaki ifrata varıncaya kadar öfkenin birçok tonları vardır: Korku, kaygı, kırılganlık, alınganlık, hayal kırıklığı, güvensizlik, kızgınlık, önyargı, şüphe, tecessüs, dedikodu, gıybet, tenkit, alay, tahkir, tehdit, hiddet, şiddet, intikam, kin, düşmanlık, saldırganlık gibi…
Kişi öfkesini ya eşyaya ya da insana zarar verme şeklinde gösterir. Öfkesini dindirmek için eşyayı kırar, döker, bozar, parçalar. İnsana karşı öfkesini ise ya sözsel ya da fiziksel şiddet ile gösterir. Tenkit, alay, itham, tahkir, küfür vs. sözsel şiddet türleridir. Sözsel şiddetin ötesi ise fiziksel şiddettir. İtme, vurma, yaralama, işkence, öldürmeye kadar uzanan fiziksel şiddetin dereceleri vardır.
Bu üç şiddet türünün farklı bileşimleri günlük hayatın akışında evde, sokakta, trafikte, okulda, işyerinde vs. yaşanır. Öfke kontrol edilemediğinde hem şahsi, hem de içtimai huzursuzluklar alır başını gider. Mesela trafikte bir kişinin saygısızca davranışı zincirleme seyir halindeki birçok kişiyi etkiler. Hatalı sollama dahi yapmış olsa tahammül edip, sıkıştırmayıp yol verdiğiniz bir kişi bakarsınız –kısa bir zaman sonra- ileride kendi karşılaştığı bir hataya tahammül gösterir. İyiliğin de, kötülüğün de, şefkatin de, öfkenin de ânında netice verdiği bir dünyada yaşıyoruz. Bilinmelidir ki şefkat birçok kazayı engellediği gibi, şiddet de olmayacak kazaya davetiye çıkarır.
-II-
Öfkenin ifrat ve tefrit gibi aşırılıklarından azade olan vasat ve denge hâline “şecaat” denmiştir. Şecaat “şehamet” ve “şefkat”in kıvamıdır. Kendinden güçlü olana karşı izzetli duruştur şehamet. Kendinden zayıf olana karşı ise müsamahalı olmaktır şefkat. Şefkat ve şehamet kanatlarıyla cihazlanmış bir şecaat ise ancak iman gücüyle Allah’a dayananlara nasip olan bir güzel ahlaktır.
Rabıta-i iman ile Sultan-ı Kâinata hizmetkâr olan adam, başkasına tezellül ile tenezzül etmeye ve başkasının tahakküm ve istibdadı altına girmeye o adamın izzet ve şehamet-i imaniyesi bırakmadığı gibi, başkasının hürriyet ve hukukuna tecavüz etmeyi dahi o adamın şefkat-i imaniyesi bırakmaz.[1]
Şefkat öyle bir hakikattir ki İslam medeniyetinin harikulade beş kırılmaz kuvvetinden dördüncüsüdür:
Dördüncü Kuvvet: Şefkatle cihazlanmış şehamet-i imaniyedir. Yani tezellül etmemek, haksızlara, zâlimlere zillet göstermemek, mazlumları da zelil etmemek. Yani hürriyet-i şer’iyenin esasları olan müstebitlere dalkavukluk etmemek ve biçarelere tahakküm ve tekebbür etmemektir.[2]
Acıyarak, endişelenerek, esirgeyerek, koruyarak merhamet etmektir şefkat… Şefkat karşılıksızdır, samimanedir. Empati kurarak başkasının acı ve kederini yüreğinde hissetmektir. Güçlü bir irtibat içinde olup, samimi bir ilgiyle yardım hisleri taşımaktır. Bencilliği terk edip ötekinin derdiyle hemdert olmaktır. Şefkatli bir anne ve müşfik bir babanın tahammül edemeyeceği bir zorluk var mıdır?
Kur’an’ın birçok ayetinde şefkat dersi vardır. Teğabün suresindeki bir ayet de en parlak şefkat derslerinden biridir. Şöyle ki: “Bununla beraber affeder, müsamaha gösterir ve onları bağışlarsanız bu da sizin için bir fazilettir. Muhakkak ki Allah Gafur ve Rahimdir.”[3]
Ayette Rahim ve Gafur isimlerinin bir tecellisi olan af, safh ve mağfiret mertebelerinin ne derece büyük bir fazilet olduğu zikredilir. Bu üç mertebe bir yönüyle şefkatin de mertebeleridir. Çünkü şefkatin birinci basamağı affetmektir. Affetmeyen şefkat edemez. Lakin her affeden de müsamaha göstermiş ve bağışlamış olmaz. Safh ise şefkatin ikinci adımıdır. Karşılaştığı hatayı, çirkinliği, kötülüğü olmamış kabul ederek silip gönlünden çıkarabilmektir. Bir kemal olarak kabul edilebilse bile safh mertebesinde kalmış bir şefkat de eksiktir. Şefkat kemalini ancak mağfiretle bulur. Mükemmel manada bir şefkat her daim iyilik kapısını açık bırakmaktır, öyle ki düşmanının dahi ıslahına taraftar olmaktır:
O zalim düşmanına hiddet değil belki acıyor, şefkat ediyor, ‘Keşke kurtulsaydı’ diyerek ıslahına çalışır.[4]
-III-
Şefkat-i insaniye merhamet-i Rabbaniyenin bir cilvesi olduğundan, elbette rahmetin derecesinden aşmamak ve Rahmetelli’l Âlemin Zatın (ASM) mertebe-i şefkatinden taşmamak gerektir. Eğer aşsa ve taşsa, o şefkat elbette merhamet ve şefkat değildir, belki dalalete ve ilhada sirayet eden bir maraz-ı ruhî ve bir sakam-ı kalbîdir.[5]
Allah’ın ilahi şefkatine ve Rahim ismine en parlak ayna şüphesiz Peygamber Efendimiz’dir (ASM). Peygamber Efendimiz (ASM) bir “maden-i şefkat”tir. Onun şefkati yeni dünyaya geldiği zaman “ümmeti, ümmeti” demesiyle başlar. Ahirette ümmetinin bütün saadetleriyle şefkatkarane alakadar olmasıyla ebediyet kazanır. Onun (ASM) şefkatine dair sayısız eşsiz misaller siyer kitaplarında kayıt edilmiştir. Onun (ASM) ne derece büyük bir şefkat kahramanı olduğunu gösteren en parlak misallerden birisi Gatafan gazvesinde yaşanmıştır. Kendisini öldürmek isteyen bir öfkeye, iman kurtarıcı bir şefkatle mukabele etmek şüphesiz Rahmetelli’l Âlemine (ASM) mahsus bir harekettir:
Gavres isminde cesur bir kabile reisi, kimse görmeden, tam Resul-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselamın başı üzerine gelerek, yalın kılıç elinde olduğu halde, Resul-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselama dedi: ‘Kim seni benden kurtaracak?’ Demiş: ‘Allah’. Sonra böyle dua etti: ‘Allahümmekfinîhi bima şi’te / Allahım! Dilediğin bir şeyle beni ondan kurtar.’ Birden o Gavres iki omuzu ortasına gaibden bir darbe yer, o kılıç elinden düşer, yere yuvarlanır. Resul-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselam kılıcı eline alır, ‘Şimdi seni kim kurtaracak?’ der, sonra affeder. O adam gider taifesine… O pek cüretkâr, cesur adama herkes hayrette kalır. ‘Ne oldu sana? Niçin bir şey yapamadın?’ dediler. O dedi: ‘Hadise böyle oldu. Ben şimdi insanların en iyisinin yanından geliyorum.’[6]
-IV-
Hayat bir yolculuktur. Öyle ki Ruhlar âlemi, anarahmi, çocukluk, gençlik, ihtiyarlık, kabir, berzah, haşir, sırat istasyonlarına uğrayıp ebediyete ulaştıran, kavuşturan bir yolculuktur. Hayatın bu yatay yolculuğuna müptela her insanın bir de dikey yolculuğu vardır. Bu ikinci manevi yolculuk ise yerden göğe, ferşten arşa, gafletten huzura, cehaletten marifete doğru gerçekleşen çok uzun ve çok meşakkatli bir yolculuktur.
Arş yolculukları ise Esma-i Hüsna’nın tecellileri sayısıncadır. İnsanın ruhuna derc edilen her bir duygu farklı birer istasyondur. Aslında insana emanet olarak verilen her bir duygu farklı bir yolculuğun başlangıç kapısıdır. Yollar ve yolculuklar farklıdır. Çünkü bazı yolculuklar daha kısa, daha rahat, daha coşkulu, daha kalabalık, daha şenlik ve daha güvenlidir. Her yolculuk farklı bir Esma-i Hüsna’nın arşı istikametindedir. Mesela aşk kapısından yola çıkan bir yolcunun son durağı Vedud isminin arşıdır. Sabır yolu Sabur’a, cömertlik yolu Cevad’a, izzet yolu Aziz’e, celal yolu Celil’e, cemal yolu Cemil’e, kurbet yolu Karîb’e, adalet yolu Adl’e, muhabbet yolu Habib’e, fakr yolu Rahman’a, tefekkür yolu Hakîm’e çıkarır. Şefkat yolu da Rahim isminin arşına ulaşır. Rahim isminin arşına ulaşmak isteyen bir sâlikin aşk, sabır ya da bir başka yolu arşınlaması anlamlı değildir. Doğru bir varış için doğru bir başlangıç elzemdir.
Bediüzzaman besmele için der ki: “Ferşi Arşa bağlar. İnsanı Arşa çıkaran bir yol olur.”[7] Besmele Arşa çıkaran en kısa bir yoldur. Belki besmelenin kendisi de bir arştır. Allah, Rahman, Rahim isimlerinin Kur’anî ve imanî bir arşıdır. Besmeledeki Rahim isminin arşına ise ancak şefkat yolu takip edilerek çıkılır.
-V-
Rahim-i Zülcemal öyle bir yaratıcıdır ki “en büyük lütfu en büyük azamete, en yüksek şefkati en yüksek ceberûta idhal ettiği gibi, nihayetsiz kurbu nihayetsiz bu’d ile cem [eder.]”[8] O her dilediğini dilediği gibi yaratma derecesinde bir ceberutiyet sahibi olmakla birlikte mahlûkatının en gizli arzu ve isteklerine şefkatle cevap verendir de aynı zamanda… Kâinatta işleyen öyle hassas bir şefkat kanunu vardır ki bir sineği öldüren bir çocuk da, ceylanı parçalayan bir çita da çok geçmeden şefkatsizliklerinin karşılığını görürler.
Kudret ayetlerinin yazıldığı büyük kitap olan kâinatta şefkat emri hükmettiği gibi, onun tefsiri olan Kur’an’ın şer’i ayetlerinde de şefkat emri vardır. En başta peygamber kıssalarında dikkat çekici şefkat dersleri yer almaktadır. Mesela “Hazret-i İbrahim’in (AS) hususi meşrebi olan tefekkür ve şefkat[tir.]”[9] Tevbe suresinde “Gerçekten İbrahim (AS) çok ah çeken (ince duygulu), merhametli ve yumuşak ahlâklıydı.”[10] denilerek onun bu güzel ahlakı övülmüştür. Hz. İbrahim’in (AS) torunu Hz. Yakup (AS) da şefkatiyle sena edilen bir peygamberdir. “Suver-i Kur’aniyenin en parlağı olan Sure-i Yusuf’un en parlak nuru olan Hazret-i Yakub’un (AS) şefkati ism-i Rahman ve Rahim’i gösterir ve şefkat yolu rahmet yolu olduğunu bildirir.”[11]
Kur’an’ın hak ve hukuk bağlamındaki şefkat dersinde en başta anne-baba hukukunun korunması vardır. İsra suresinin 23. ve 24. ayetlerinde anne-babaya beş mertebe hürmet ve şefkat göstermeye davet vardır. Şöyle ki: 1- “Öf!” bile deme, 2- Azarlama, 3- İkramlı/onurlandırıcı söz söyle, 4- Tevazu kanadı ger, 5- Onlar için Allah’tan merhamet iste…
Oruç ve zekât gibi ibadetlerin [illeti emr-i ilahi olmakla birlikte] emrediliş hikmetlerinin özünde şefkat hakikati vardır. Aç ve fakirlerin ne derece şefkate muhtaç olduklarını ancak oruç ve zekât gibi ibadetlerin verdiği kutsi hisle gerçekten anlamak mümkündür. Yine en alçak bir sömürü olan faizin yasaklanmasının hikmetleri arasında şefkatin büyük bir payı olsa gerektir.
Şefkat hissi insaniyeti muhafaza eden bir sigorta gibidir. Çünkü insaniyet başta insanlar olmak üzere tüm canlıların, belki canlı-cansız tüm varlıkların dertleriyle hemdert olmaktır. Şefkat bu hemdert olma hassasiyetini ziyadeleştiren ulvi bir duygudur. Şefkat hissini yitirmek ise günden güne bencilleşmek, yalnızlaşmak, azgınlaşmaktır. İnsaniyeti kaybedip en vahşi bir canavar hayvan olmak demektir.
İnsanım diyorsak, vahşetten ürküyor ve insaniyeten terakki etmek istiyorsak, yolumuz şefkat yolu olmalıdır…
Kaynakça:
[1] Münazarat, s. 59.
[2] Hutbe-i Şamiye, s. 40-41.
[3] Teğabün 64/14.
[4] Şualar, s. 243.
[5] Kastamonu Lahikası, s. 49.
[6] Mektubat, s. 160.
[7] Bazı Risale-i Nur nüshalarında “İnsanî arşa çıkmaya bir yol olur” ifadesi geçer. Yazıda tercih ettiğim hâli –kanaatimce- besmeleye çok daha kapsamlı bir mana yükleyen daha doğru bir ifadedir.
[8] Mesnevi-i Nuriye, s. 98.
[9] Şualar, s. 623.
[10] Tevbe 9/114.
[11] Mektubat, s. 35.