ALLAH’I TANIMAK ve sevmek itaati gerektirir. İtaat ise O’nun emirlerini yapmak ve yasaklarını da terk etme sorumluluğuyla gerçekleşir. Bu sorumluluğun (ef’al-i mükellefinin) bir kanadında farz, vacib, sünnet, müstehaplar diğer kanadında da haram, mekruh ve müfsidler yer alır. Bir de ortada mubah ya da meşru olarak isimlendirilen ne emredilmiş ne de yasaklanmış fiiller vardır. Ancak mubah/meşru fiiller dairesi nefs-i emmarenin emir ve yasaklar dairesinin sorumluluklarından uzaklaşıp bir deve kuşu gibi kafasını kuma gömmeyi sevdiği geniş bir alandır. Ayrıca nefs-i emmare mubah dairesinde güç kazanıp iktidarını genişleterek gitgide emirler ve yasaklar dairelerinde tasarruf etmek istemektedir. Bu nedenle imtihan ve terakkide mubah dairesinin kritik önemi haizdir. Buna binaen ahir zamanın zorlu şartlarında ubudiyet ve itaat yolunda vera ve takvanın önemi her geçen daha da artmaktadır.
İmam-ı Rabbani Mektubat’ının 76. mektubunda, Bediüzzaman da Kastamonu Lahikası’nın 103. mektubunda takvanın önemine dikkat çeker. İmam-ı Rabbani takva ile birlikte veradan da bahsederken Bediüzzaman’ın ise takva kavramına odaklandığı görülür.
Vera ifadesi Kur’an’da geçmeyip hadislerde zikredilmiştir. Takva haram ve günahları, vera ise şüpheli olabilen helal ve mubahları terk etmek olarak tarif edilmektedir. İmam-ı Rabbani de mektubuna bu manada bir vera ve takva imasıyla başlamıştır: “Mubahların fazlasını terk etmelidir. Hiç olmazsa haramlardan sakınıp mubahları azaltmalıdır.”
İmam-ı Rabbani dünyanın felaketleri ve ahiretin azabından kurtulmanın “emirlere sarılmak” ve “yasaklardan sakınmak”tan geçtiğini, “vera” ve “takva” olarak isimlendirdiği ikincisinin ise daha büyük ve lüzumlu olduğunu vurgulamıştır. İmam-ı Rabbani vera ve takvanın önemini şöyle dile getirmiştir: “İslamiyette en kıymetli şey takvadır. Dinin temeli takvadır. Vera ve takva haramlardan kaçınmak demektir.”
İmam-ı Rabbani haramlardan kaçınmayı ikiye ayırır: Birincisinin Allah haklarına dokunan günahlar, ikincisinin de insanların ve mahlukatın haklarını konu edinen günahlar olduğunu söyler. İkincisinin daha mühim olduğunu belirten İmam-ı Rabbani, Allah’ın çok merhametli, insanların ise hasis ve alçak oluşunu; Allah’ın hiçbir şeye muhtaç olmaması, insanların ise pek çok şeye muhtaç olmalarını bu görüşünün delili olarak sunar.
Bediüzzaman’a göre de takva çok değerli olup Kur’an-ı Hakîm’de imandan sonra (amel-i salih ile birlikte) en önemli esaslardan biridir. Üstad’ın tarifiyle takva “menhiyattan ve günahlardan içtinab etmek”, amel-i salih de “emir dairesinde hareket ve hayrat kazanmak”tır.
İmam-ı Rabbani yasaklardan kaçınmanın emirleri yapmaktan daha önemli olduğunu belirtmek için nakle de başvurur. Peygamber Efendimiz’in (asm) yanında birisinin çok ibadet ettiği, birisinin de yasak şeylerden çok sakındığı söylediğinde “Hiçbir şey vera gibi olamaz” dediğini hatırlatır. Ayrıca “Dinimizin direği veradır” hadis-i şerifini de zikreder.
İmam-ı Rabbani insanların meleklerden üstün olması ve terakki etmesinin takva ve vera sayesinde olduğunun da altını çizer. Emirlere itaat ettikleri halde meleklerin terakki edemiyor oluşlarına dikkat çeker. Buna binaen de “vera’a sarılma ve takva üzerine olma[nın] her şeyden daha lüzumlu” olduğunu vurgular.
İmam-ı Rabbani mektubunda haramlardan tamamen kaçınabilmek için mubahlardan elden geldiğince kaçınmak gerektiğine dikkat çeker. Taşkınca mubah işlemenin şüpheli şeyleri yapmaya yol açacağı, şüpheli şeylerin ise harama yakın olduğu ve haram işlemenin ilk adımını teşkil edebileceğini hatırlatır. İmam bu tehlikeli durumu ise uçurumun kenarında dolaşmaya benzetir.
İmam-ı Rabbani mubahların zaruret miktarı tercih edilmesini ve bunda da asıl niyetin kulluk vazifelerini hakkıyla yapmak olması gerektiğinin altını çizer. Bu ölçü ve niyet olmadığı takdirde mubahların azının da, çoğunun da zarar getireceğini vurgular.
Bununla birlikte İmam-ı Rabbani “Mubahların fazlasından tamamen kaçınabilmek her vakit ve hele bu zamanda hemen hemen mümkün değildir” diyerek birinci derecede haramlardan ve mümkün olduğunca da mubahlardan sakınmanın önemine dikkat çeker. Bu yolda Allah’a sığınmak, yalvarmak, hata işlediğinde pişmanlık ve tevbe etmenin insanı koruyacağını dile getirir.
Bediüzzaman da mektubunda “Her zaman def-i şer, celb-i nef’a racih[tir]” düsturunu hatırlatarak haramlardan sakınmanın her daim öncelikli olduğunu belirtir. Bununla birlikte takvanın günümüzde çok daha büyük bir ehemmiyet kazandığını ise şöyle ifade eder: “Bu tahribat ve sefahet ve cazibedar hevesat zamanında bu takva olan def-i mefasid ve terk-i kebair üssü’l-esas olup büyük bir rüçhaniyet kesb etmiş. Bu zamanda tahribat ve menfi cereyan dehşetlendiği için takva bu tahribata karşı en büyük esastır.”
Bediüzzaman büyük günahların çoğaldığı bir asırda salih ameli ihlaslı bir şekilde işleyebilmenin zorlaştığı ve azaldığını belirtir. Buna binaen bu zorlu şartlarda az bir salih amelin çok büyük değer kazandığının da altını çizer. Ayrıca takva içinde gizli bir salih amel türüne dikkat çekerek bu sevap kaynağını şöyle gözler önüne serer:
Hem takva içinde bir nevi amel-i salih var. Çünkü bir haramın terki vaciptir. Bir vacibi işlemek çok sünnetlere mukabil sevabı var. Takva böyle zamanlarda binler günahın tehacümünde bir tek içtinab, az bir amelle, yüzer günah terkinde yüzer vacip işlenmiş oluyor. Bu ehemmiyetli nokta niyetle, takva namıyla ve günahtan kaçınmak kastıyla menfi ibadetten gelen ehemmiyetli a’mal-i salihadır.
İmam-ı Rabbani amel(-i salih)e güvenip ucba düşmemenin önemine dikkat çekme babında mektubunda büyük zatların şu sözünü de nakletmiştir: “Günah işleyenlerin boynunu bükmesi bana ibadet edenlerin göğsünü kabartmasından daha iyi geliyor.”
Bediüzzaman’ın dikkat çekici bir diğer tespiti de takvayı bireysel bir çaba olmanın ötesinde kolektif bir manevi cihad olarak da yorumlamasıdır. Ahir zaman Ye’cüc ve Me’cüc’lerinin ortaya çıktığı, anarşi ve dinsizlikleriyle tahrip ve fesada başladıkları, Zülkarneyn’in seddi gibi olan Kur’anî setlerin sarsıldığı ve manevi cihadın büyük bir ehemmiyet kazandığı bir asırda yaşandığına mektubunda dikkat çeker. Böyle bir dönemde hem salih amel hem de takva cihetinde yardımlaşmanın gereğini de şöyle vurgular:
İşte böyle bir zamanda, bu dehşetli hadisâta karşı ihlâs kuvvetinden sonra bizim en büyük kuvvetimiz, iştirak-i a’mâl-i uhrevî düsturuyla birbirimize kalemlerle, her birinin a’mâl-i saliha defterine hasenat yazdırdıkları gibi lisanlarıyla her birinin takva kalesine ve siperine kuvvet ve imdat göndermektir.
Hasıl-ı kelam her bir yeni tehdit yeni bir fırsatın kapısını açabilir. Ahir zamanın zorlu şartlarında yeni manevi tehditler de vera ve takva niyetiyle Allah’ın rızası ve ahiretin sevabını kazandıran fırsatlara dönüşebilir. Cenab-ı Hak bizleri tehditlerini fırsatlarına dönüştüren, يُبَدِّلُ اللَّهُ سَيِّئَاتِهِمْ حَسَنَاتٍ ayetinin sırrına mazhar olan ve vera ahlakıyla zinetlenen muttaki kullarından eylesin. Amin.
Öncelikle makalenizi çok beğen dim, kaleminize sağlık. Menhiyattan ve günahlardan içtinab ifadesindeki menhiyat kavramının günahtan farkını ve belki bahsettiği niz gibi mübahların fazlasına mı baktığının izahını merak ediyorum. Konunun defi mefasid e de baktığını düşünüyorum.
Teşekkür ederim. Evet sizin gibi düşünüyorum. Menhiyat geniş bir kavram yani nehyedilen, uzak durulması istenen şeyleri kapsıyor. Bu açıdan menhiyatın için haram ve günahların haricinde birçok şey giriyor. Mekruhlar ve yazıda geçtiği gibi vera hassasiyetiyle bazı mubahlar da menhiyat dairesinde kabul edilebilir. Bu çerçevede def-i mefasid kavramını da terk-i kebair dairesini içine alacak şekilde geniş manada yorumlamak mümkün.