İNSAN KİMDİR? Ben kimim? Çok aşina olduğumuz lakin ya çok basite aldığımız ya da tatmin edici cevap bulmakta aciz kaldığımız –hayat boyu yeniden yeniye tekrar muhatap olmamız gereken– büyük bir soru. Zira cevapladıkça derinleşen acayip bir soru!
Bu büyük sorunun cevaplarından biri de kâinat sultanını tanımak ve bilmek için şiddetli bir merak ve bitmez bir heyecan taşıyan bir seyyah olduğumuz gerçeğidir. Bu kâinata teşrif eden, bir yönüyle en tanıdık diğer yönüyle en esrarengiz seyyah ise Resul-i Ekrem aleyhissalatü vesselamdır. Öyle bir seyyahtır ki – bir açıdan kâinatın haritası mahiyetindeki– Kur’an’ın terbiyesiyle mazhar olduğu Mirac-ı Ekber’iyle yerde ve gökteki seyahatlerinin ardından Arş-ı Azam’a, Sidret’ül Münteha’ya, Kab-ı Kavseyn makamına çıkmış ve rüyetullaha mazhar olmuştur.
Ayet’ül Kübra unvanını taşıyan Yedinci Şua da her okuyuşumuzda bize bu seyyahlık vazifemizi hatırlatır. Bu risalenin rehberliği okuyucusuna yeni bir tefekkürî seyahat coşkusu kazandırır ve kapsamlı bir kâinat tasavvurunun da kapılarını açar. İlahi isimlerin tecellileri ve kudret ayetleri olan kâinat, kelamî ayetlerin rehberliğinde cüz cüz okunmaya başlar.
Ayet’ül Kübra’nın otuz üç merceğinden dimağıma yansıtabildiğim kâinat tasavvurumu zikrim, tefekkürüm ve hayat tarzım kılmaya ne kadar da çok ihtiyacım var. Bu istikamette Emirdağ Lahikası’ndaki bir mektup ufkumu açıyor. Aziz Üstadım kendi tesbihatında otuz üç defa “La ilahe illallah” derken her defasında Ayet’ül Kübra’daki bir mertebenin külli diliyle zikrettiğini şöyle belirtiyor:
(…) Bizim tesbihatımızda otuz üç defa “La ilahe illallah” Ayet’ül Kübra’nın berekatı ve feyziyle on dakikada aynı hakikat-ı tevhidi veren iki sahife kadar Ramazan’ın nuruyla kalbe ihtar edildi. Ben de on dakikada Ayet’ül Kübra’nın tamamını okuyor gibi ve her bir mertebede –mukaddimesinde denildiği gibi– küre-i arzın külli dili benim hayalen lisanım olup “La ilahe illallah” der; ve denizler ve dağlar, o unsurların ve insan tabakatlarının lisan-ı halleri benim dillerim olup “La ilahe illallah” der diye, ben de her bir “La ilahe illallah” dedikçe ya bilisan-ı arz, ya bilisan-ı semavat, ya bilisan-ı cevv, ya bilisan-ı anasır derim; gibi…
![](http://hakikatarayisi.com/wp-content/uploads/2020/02/mukaddime1.jpg)
Bu mektupta dikkat çeken bir ibare var: “mukaddimesinde denildiği gibi”. Mektubun vurguladığı hakikat Şualar’ın Latin harfli baskılarında yer almıyor. Yedinci Şua’nın “Mukaddime”sinin iki varta ve dört meseleden oluştuğu belirtildiği halde ikinci vartanın ikinci meselesi bulunmuyor. Kur’an hattıyla yazılmış nüshalarda (ikinci vartanın ikinci meselesinde) Aziz Üstad Ayet’ül Kübra tefekkürünü namaz tesbihatındaki “La ilahe illallah” zikri ile mezcettiğini şöyle vurguluyor:
Ben kendi kendime namazımın arkasında her bir “La ilahe illallah” dedikçe fikrim o dairelerden her bir dairesinin büyük ve küllî ve en kuvvetli bir tarzda getirdiği şahadet kelimesini ve “La ilahe illallah” tevhidini dinler belki müşahede eder (gibi tasavvur ederim).
![](http://hakikatarayisi.com/wp-content/uploads/2020/02/mukaddime3-1024x231-1.jpg)
![](http://hakikatarayisi.com/wp-content/uploads/2020/02/mukaddime2hasan.jpg)
Aziz Üstadın en dikkate değer özelliklerinden biri de özümseyerek hayatına aksettirdiği hakikatleri kaleme almasıdır. (Allah bizleri de bu hassasiyetle öğrenen ve paylaşanlardan eylesin.) Bir talebe üstadının metodunu kabiliyeti miktarınca takip etmeyi en büyük bir görev saymalıdır. Buna binaen namaz tesbihatımızda otuz üç defa “La ilahe illallah” derken Ayet’ül Kübra’daki otuz üç mertebeyi hem tezekkür hem de tefekkür etmeye çalışmamız çok ehemmiyetlidir.
![](http://hakikatarayisi.com/wp-content/uploads/2020/02/AKT-1024x374-1.jpg)
Ayet’ül Kübra okuyucusunu (diğer tabirle kâinat seyyahı adayını) otuz üç mertebesinde iki külli seyahate çıkarır: i) “gaibane marifet”, ii) “hazırane ve muhatabane”. İlk on sekiz mertebe varlıklardan Allah’a (yani halktan/mahlûkattan Halık’a) olan gaibane marifet seyahatleridir. On dokuzuncusundan otuz üçüncü mertebeye kadar olanlar ise ilahi şe’n, sıfat ve isimlerinin tecellilerini varlıklar âleminde hazırane ve muhatabane tefekkür yolculuklarıdır.
Birinci külli seyahat de iki aşamadan oluşmaktadır: i) “âlem-i şahadet ve cismanî ve maddî”, ii) “âlem-i gayb ve âlem-i berzah”. On sekiz mertebenin ilk on bir mertebesi birinci aşama, diğer yedi mertebesi de ikinci aşamayı oluşturmaktadır. On dokuzuncu mertebeden otuz üçüncü mertebeye kadar olan ikinci külli seyahat ise üç “menzil”de gerçekleşmektedir.
Ayet’ül Kübra’nın kâinat seyyahı mahlûkatta Halık’ını gaibane arayışının ilk aşamasında öncelikle cismanî âlemin on bir mertebesinde seyahat eder. Bu seyahat uzaklardan yakınlara, cansızlar âleminden akıllı varlıklara doğru gerçekleşir. Öncelikle gökyüzünün yıldız, gezegen, uydu gibi sayısız varlıklarıyla tüm azametiyle “La ilahe illallah” demesi tefekkür edilir. Ardından atmosferin rüzgâr, bulut, yağmur, gök gürültüsü ve şimşekleriyle şahadeti gözlemlenir. Sonrasında yeryüzüne inilerek okyanus, deniz, nehir, dağ ve sahraların lisan-ı halleriyle tesbihleri zikredilir. Bitkiler, ağaçlar, hayvanlar ve kuşlar âlemlerinin nevleri, fertleri ve cihazları sayısınca dilleriyle tesbihleri anlaşıldıktan sonra ise insan âleminin üç yüksek tabakası olan enbiya, asfiya ve evliyaların şahadetleri dinlenilir. Seyahatin bu birinci aşamasının son mertebesinde ise meleklerin şahadetine kulak verilir.
Cismani ve Maddi Âlem Seyahatleri | |
1 | Sema |
2 | Cevv-i sema |
3 | Küre-i arz |
4 | Denizler ve nehirler |
5 | Dağlar ve sahralar |
6 | Nebatat ve ağaçlar |
7 | Hayvanat ve kuşlar |
8 | Enbiya |
9 | Asfiya |
10 | Evliya |
11 | Melaike |
Mahlûkattan Halık’a gaibane arayışın ikinci aşaması ise “âlem-i gayb ve âlem-i berzah” seyahatleridir. Tüm müstakim akıllar ve selim kalpler, ilhamlar, vahiyler bu yolculuktaki yoldaşlardır. Bu aşamanın yedi mertebesinin son üçünde ise “üç büyük, külli muarrif”in sözlerine kulak verilir: Muhammed-i Arabî (asm), Kur’an-ı Kerim, kâinat.
Âlem-i Gayb ve Âlem-i Berzah Seyahatleri | |
12 | Akıllar |
13 | Kalpler |
14 | Vahiyler |
15 | İlhamlar |
16 | Muhammed-i Arabî (asm) |
17 | Kur’an-ı Kerim |
18 | Kâinat |
19 | SIFAT VE ESMA |
On sekiz mertebe “hakikat arşı”na çıkaran “imani bir miraç” mahiyetindedir. On dokuzuncu mertebeye gelindiğinde gaibane seyahatin sonuna erişilir. Kâinat seyyahı artık “aradığını aradığından sorma” kıvamına ve makamına ulaşmıştır: “Her şeyi gösteren güneşi güneşten sormak gerektir.” Bundan sonraki “hazırane ve muhatabane” hükmündeki mertebeler ilahi huzur farkındalığıyla, Allah’ın isim ve sıfatlarının nuruyla tevhid delillerini araştırma yolculuklarıdır. Buna binaendir ki bu seyahatlere “berahin-i tevhidiye” unvanı verilmiştir.
Her şeyden Allah’ın varlığına ve birliğinin delillerine açılan kapıları keşfettikten sonra Allah’ın her şey üzerindeki tecellilerine de şahit olmak isteyen kâinat seyyahının ikinci külli seyahati üç menzilde gerçekleşir. Bu menzillerden birincisi dört, ikincisi beş ve üçüncüsü de dört hakikatten oluşmaktadır. Bu menzilleri tefekkür ederken birinci menzil celalî, ikincisi kemalî ve üçüncüsü de cemalî tecellilerin hükmettiği kanaatini bende uyandırmaktadır. (Burada bir hususu belirtmek isterim; başta on dokuz ve ardından gelen on üç mertebe toplamda otuz iki ediyor yani bir mertebenin eksikliği her okuyuşumda dikkatimi çekiyor lakin şimdiye kadar bu konuda tatmin edici cevap arayışlarım neticesiz kalıyor…)
Ayet’ül Kübra’nın birinci ve ikinci menzillerindeki hakikatler İkinci Şua’nın İkinci Makamı ile birlikte okunduğunda hakikat ve mantık kurgusu daha iyi anlaşılıyor. Mesela Allah’ın kemal ve istiğnasının “ulûhiyet-i mutlaka”, hâkimiyet ve amiriyetinin “rububiyet-i mutlaka”, kibriya ve azametinin de “ceberutiyet-i mutlaka” mertebesinde olduğu İkinci Şua’da izah ediliyor. Birinci menzilin dört hakikati bu manada –özellikle de ulûhiyet-kemal ve rububiyet-hâkimiyet ilişkisi ekseninde– bir kavram seti tarzında karşımıza çıkıyor. Ayrıca İkinci Şua’da hâkimiyet, kibriya, kemal, kemal, istiğna, ıtlak, ihata, nihayetsizlik ve hadsizlik hakikatlerinin vahdet ve tevhidi iktiza ettiği de vurgulanıyor. Bu ise ikinci menzilin hakikat sıralamasının belkemiğini oluşturmasıyla yolculuğumuzun rotasını teşkil ediyor.
Hazırane ve Muhatabane Seyahatler | |||||
Birinci Menzil | İkinci Menzil | Üçüncü Menzil | |||
21 | Ulûhiyet | 25 | Kibriya ve azamet | 30 | Fettahiyet |
22 | Rububiyet | 26 | Itlak, ihata ve nihayetsizlik | 31 | Rahmaniyet |
23 | Kemalat | 27 | Mutlak sürat, suhulet, mebzuliyet, imtiyaz | 32 | Müdebbiriyet ve idare |
24 | Hâkimiyet | 28 | Külliyet, camiiyet | 33 | Rahimiyet ve rezzakıyet |
29 | İntizam, vahdet |
Hazırane ve muhatabane seyahatin üçüncü menzilinde Allah’ın cemali tecellilerini ve yakınlığı sırrını daha iyi tam anlamıyla hissetmek mümkün olmaktadır. Her şeye her şeyden, bize de bizden daha yakın olan Halık-ı zülcemalin var ettiği, beslediği, idare ettiği ve şefkatle terbiye ettiği varlıklar olduğumuzu fark ediyoruz. Bir anlamda çok uzaklarda aradığımızı en yakınımızda da buluyoruz. Kurbiyet yolculuklarının akabinde akrebiyet sırlarının inkişaf etmesiyle marifetullah yolculuğu da kemaline ermiş oluyor.
Hasıl-ı kelam her namaz tesbihatında “La ilahe illallah” zikrimizi –Ayet’ül Kübra risalesinin otuz üç mertebeli hakikat seyahatleriyle– imani bir miraç hükmüne geçirebilir, kâinat tasavvurumuzu tecdid edebilir ve külli teşbihlerle zinetlenmiş bir ubudiyet tavrı sergileyebiliriz.