Onarmak bir maharet işidir. Belki bir uzmanlıktır. Özellikle de antika bir eseri onarmak büyük bir ustalık gerektirir. İyi bir antika tamircisi hasarı en doğru tespit eden, onarım işlemlerini başka hasarlara yol açmadan yapan, bütünlüğü koruyan, kalıcı ve aslına uygun onarım işlemleri yapabilendir.
Her bir canlı, özellikle de insan Allah’ın antika bir sanatıdır. Yeryüzü ise eşi benzeri görülmemiş antikaların sergilendiği geniş bir müzedir. Yeryüzü müzesinde zamanın, hadiselerin yıprattığı antika sanatlar gizli ve sihirli bir el tarafından her daim onarılır. Şâfi isminin tecellisiyle tüm canlılar hatasız, noksansız, karıştırmaksızın, ihtiyaçları miktarınca şifaya ererler.
Bütüncül bir bakışla, “tevhid nazarı”yla bakıldığında kâinat -bir açıdan- büyük bir hastane ya da eczane mahiyetindedir. “Zemin denilen hastahane-i kübrâda bulunan bütün dertlilere, âlem denilen eczahane-i ekberden ilaçları ve dermanlarıyla şifa ihsan etmek”[1] aynasında Şâfi-i Hakikinin varlığı, hikmeti, şefkati ve merhameti tüm ihtişamıyla seyredilir.
Dertlerin ve hastalıkların yaratılış sırrı ve hikmeti nedir?
Dünya imtihan için vardır. İmtihan ise dereceleri gerektirir. Bir hakikatin tüm derecelerinin ortaya çıkması için ise zıtlar gereklidir. Mutluluk derecelerinin tadılması için üzüntüler, dostluğun mertebelerini tecrübe etmek için düşmanlıklar, kavuşmanın hazzını yaşamak için ayrılıklar, barışın değerini fark etmek için kavgalar, yemek ve içmek lezzetlerini hissetmek için açlıklar ve susuzluklar, faaliyetlerdeki şevklerle coşmak için tembelliklerdeki sıkıntılar, güzelliklerdeki etkileyici mertebelerin görülmesi için çirkinlikler vardır. Zıddıyla mertebeleri ortaya çıkan hakikatlerden biri de sağlıktır. Şâfi-i Hakiki olan Allah sağlık ve sıhhatteki sayısız güzellikleri ve nimetleri fark ettirmek için hastalıkları yaratmıştır.
Goethe’nin veciz ifadesiyle “hastalık, her şeyden ziyade, sağlığı korur.” Çünkü hastalık ve ağrı bir alarmdır. Her biri birer emanet olan aza ve organlar yaratılış hikmetlerine uygun kullanılmadığında, suiistimal edildiğinde ağrılara yol açar. Şâfi-i Hakiki, israf ve suiistimallerden kurtarmak için hastalık ve ağrıları birer ikaz edici kılmıştır.
Şifa, beden ve ruhtaki sıkıntı ve acının kaldırılmasıdır. Şifayı veren ise yalnız Şâfi-i Hakiki’dir. Şifa için doktorlar, ilaçlar, teknolojik cihazlar ancak bir vesiledir, belki birer imtihan perdesidir. İbrahim Aleyhisselamın “Hastalandığım zaman bana şifa veren O’dur. Şuara 26/80” sözü bu yüksek hakikatin özlü bir ifadesidir.
Allah, sebeplerin tesirsiz olduğunu apaçık göstermek hikmetiyle, bazı nimetlerini perdesiz göndermektedir. Vücud, icad, nur, hayat, rahmet, rızık gibi şifa da perdesiz gönderilen nimetlerdendir.
Rızık, şifa ve yağmur münhasıran Zât-ı Hayy-ı Kayyumun kudretine hastır. Perdesiz, Ondan geldiğini ifade için, kaide-i nahviyece alâmeti hasr ve tahsis olan hüve’r-rezzak, hüve’llezi ifade etmiştir. İlâçlara hâsiyetleri veren ve tesiri halk eden, ancak o Şâfi-i Hakikidir.[2]
Hastalıklar, tıp biliminin gelişmesine de vesile olmuştur. Anatomiden fizyolojiye, farmakolojiden genetiğe birçok temel tıp biliminin doğmasına ve gelişmesine hizmet etmiştir. Bu sebeple Şafi isminin tecellilerinin farkındalığı açısından bir doktor diğer meslek erbabına göre çok daha yeteneklidir. Risale-i Nur’un satırları arasında doktorları Şâfi isminin tecellilerini keşfetmeye dair teşvikler vardır:
Mesela tıp bir fendir, hem bir sanattır. Onun da nihayeti ve hakikati Hakîm-i Mutlakın Şâfi ismine dayanıp, eczane-i kübrası olan ruy-i zeminde rahimane cilvelerini, edviyelerde görmekle, tıp, kemalatını bulur, hakikat olur.[3]
Yirmi Beşinci Lem’a olan Hastalar Risalesi’nde hastalığın sayısız hikmetleri enfes bir üslup ile anlatılır. Bu Risalenin bakış açısıyla tefekkür eden bir kimse hastalıkta birçok mana okur. Şöyle ki: Şâfi isminin tecellilerini keşfettiren bir hastalık, manevi bir ameliyattır. Sabır gücü kazandıran bir idmandır. Manevi dereceleri yükselten Rahmani bir hediyedir. Şükredilmeyen sayısız nimetleri hatırlama zamanıdır. Afiyet ve şifa bulduğunda tam manasıyla şükür vesilesidir. Hayatın durağanlık karanlıklarından kurtulması, yeni bir dinamizm kazanmasıdır. İsraf ve suistimallere karşı şaşmaz bir sigortadır. Sıkıntılı dünyevi işlerden paydos vaktidir.
Hastalık, nefsin esaretinden bir kurtuluştur. Allah’ın şefkat, rahmet ve merhametini celp ediştir. Uhrevi kazanç için kârlı bir pazardır. İlahi huzura yönelten en tesirli bir kamçıdır. İnsanın misafir ve yeryüzünün misafirhane olduğunu hatırlayıştır. Ömür yolculuğunun istikametini gösteren aldatmaz bir rehberdir. Gafletten kurtularak korku ve ümit dengesini yeniden kurmaktır. Duygularla bezenmiş cisim gömleğinin gerçek Sahibine, Malikine yöneliştir. Hayvani heveslerin dünyevi sarhoşluğundan ayılıştır. Ölümün yakınlığı hissedip, cidden ahirete hazırlıklı olma bilinci kazanmaktır. Zillet içinde ölümle dünyadan kovulmadan önce izzet içinde dünya aşkından vazgeçmek için önemli bir fırsattır. Çoğu zaman başkalarından esirgenen sevgi ve şefkat hislerinin güçlü bir çekim merkezidir. Toplum hayatına hürmet ve merhamet aşılayan kardeşlik şırıngasıdır.
Hastalık, ömür ağacına ebedi meyveler verdirir. Sağlıktaki lezzeti yeniden, taze olarak tattırır ve arttırır. Günah kirlerini sabun gibi yıkar, temizler. Bir dakikayı bir gün ibadete dönüştüren hâlis, riyasız manevi ibadettir. Duaya çağrı vaktidir. Duaları makbul kılan en önemli bir vesiledir. Güçsüzlüğü, aczi, zaafı fark ettiren bir dua musluğudur.
“Bedenimizde görülen bazı hastalıklar, ruhlarımızda saklanan hastalıkların küçük parçalarıdır.” Nathaniel Hawthorne’in belirttiği gibi maddi hastalıkların asıl kaynağı manevi hastalıklardır. Asıl hastalıklar manevi ve dini hastalıklardır. Çünkü maddi hastalıkların dünyevi ve uhrevi birçok güzel neticeleri varken dini ve manevi hastalıklar ebedi hayatı tehdit etmektedir. Bu sebeple Şâfi-i Hakiki’den şifa talep ederken aslen dini ve manevi hastalıklar murad edilmelidir.
Asıl musibet ve muzır musibet, dine gelen musibettir. Musibet-i diniyeden her vakit dergâh-ı İlâhiyeye iltica edip feryad etmek gerektir. Fakat dinî olmayan musibetler hakikat noktasında musibet değildirler.”[4]
Dini ve manevi hastalıkların ilacı ise Kur’an ve iman hakikatleridir. “Kur’an ayetleri mü’minler için şifa ve rahmettir. İsrâ, 17/82”, “Kur’an, iman edenler için hidayet ve şifadır. Fussılet, 41/44”, “O, Rabbimizden bir öğüt, gönüllerde olan (dertlere) bir şifadır, mü’minler için bir hidayet ve rahmettir. Yunus, 10/57” gibi ayetler Kur’an’ın Şâfi-i Hakikiden nüzul eden şifa kaynakları olduğunu ihtar eder.
Kur’an ayetlerinin imanî ilaçlarını kullanırken ise şu talimata dikkat gerekir:
İman ilacı ise feraizi mümkün oldukça yerine getirmekle tesirini gösteriyor… Hakiki imanın kudsî ilaçlarından ve nurlarından, tevbe ve istiğfarla, dua ve niyazla istimal ediniz.[5]
Allah’ım! Ruhların tabibi, kalplerin tiryakı, akılların ziyası, nefislerin şifası, gözlerin nuru, bedenlerin afiyeti olan Efendimiz Muhammed Aleyhissalatü Vesselama, O’nun Âl-i Beytine ve Sahabelerine nihayetsiz salat ve selam eyle. Onların şefaatleri hürmetine bizlerin dini ve manevi hastalıklarımıza ebedi şifalar nasip eyle…
[1] Şualar, 2. Şua, s. 13-14.
[2] Lem’alar, 30. Lem’a, s. 514.
[3] Sözler, 20. Söz, s. 238.
[4] Lem’alar, 2. Lem’a, s. 18.
[5] Lem’alar, 25. Lem’a, s. 279.