0 0
Read Time:5 Minute, 36 Second

Hz. Ali (r.a.) “Allah’ı Allah’la, O’ndan başkasını da O’nun nuru ile tanıdım” sözüyle marifetullah yolculuğunu ne veciz özetlemiştir.

Nasıl ki Güneş -en parlak bir hâliyle- başta kendini gösterir. Güneşin kendini göstermesi için bir başka Güneşe ihtiyacı yoktur. Görünen her şey ise daima Güneşe muhtaçtır. Öyle de Şems-i Ezeli olan Allah’ı bilmenin en mükemmel yolu O’nun ezeli sözleri olan Kur’an’dır. Ve Kur’anî bakışla gerçekleştirilen tekvinî ayet tefekkürleridir.

Risale-i Nur ise “zeminde ve gökte gizli esma-i İlâhiyenin manevi hazinelerinin keşşâfı”[1] olan Kur’an’ın derin ve kuşatıcı bakışını asrımızın diline ve anlayışına taşıyan bir tefsirdir. Risale-i Nur’da bu Kur’anî bakış öğretilirken vahye dayalı yeni bir dil inşa edilmiştir. Bu Kur’anî dilin manevi kimyasını, genetik kodlarını ise dört kelime (mana-i ismî, mana-i harfî, nazar, niyet) teşkil etmiştir.

Mana-i ismî, Risale-i Nur Külliyatındaki en ehemmiyetli anahtar kavramlardan biridir. Mana-i ismî, Bediüzzaman’ın bilgi ve mana dünyasının dört anahtarından biridir. Bediüzzaman’ın hikmet ve hafıza kütüphanesi ve ondan beslenen her bir risalesinin özünde “mana-i ismî, mana-i harfî, nazar, niyet” kavramları vardır. Kırklı yaşlarından yazdığı bir risalesinde bu hakikati okuyucularıyla şöyle paylaşmıştır:

Kırk sene ömrümde, otuz sene tahsilimde yalnız dört kelimeyle dört kelam öğrendim… Kelimelerden maksat, mana-i harfî, mana-i ismî, niyet, nazar’dır.[2]

Bediüzzaman’ın ilim dünyasında bu dört anahtar kavramın kendi makamında kıymeti vardır. Buna rağmen, çoğu kişinin anlam dünyasında “mana-i ismî” kavramının menfi çağrışımları hükmedicidir. Bu menfi yorumun bir neticesi olarak ötekileştirilen mana-i ismî kavramı, ülfet zindanına hapsedilir.

Peki, hakikatte mana-i ismî menfi bir kavram mıdır?

Öncelikle belirtmek gerekir ki, Bediüzzaman’ın ilim dünyasının özünü teşkil eden dört kelimeden birine –kalıcı- bir menfi anlam yüklemek doğru bir yaklaşım olmasa gerektir. Dikkatli bir zihin, müspet mana yüklenen bu dört kavramın –bir bütünlük içinde- nasıl eşyanın manevi kimyasını ve genetiğini değiştirdiğini fark eder.

Sathî, yüzeysel Risale okumalarında mana-i harfî’ye müspet, mana-i ismî’ye ise menfi bir anlam yüklenilir. Bunun sebebi ise aşağıdaki cümle ve benzerlerindeki kayıtların dikkate alınmayıp, tek yönden bakılmasıdır:

Cenab-ı Hakkın masivasına, yani kâinata mana-i harfîyle ve O’nun hesabına bakmak lazımdır. Mana-i ismîyle ve esbab hesabına bakmak hatadır.

Bu cümlede “masiva”ya, yani “kâinat”a mana-i ismî ile bakmanın hata olduğu vurgulanmıştır. Oysa kâinatın iki yüzü vardır. Bir yüzü halka, yani mahlûkata bakar. Diğer yüzü ise Halık’a, yani yaratıcıya nazırdır. Halka bakan yüze mülk, Halık’a yüze ise melekût denir. Hatalı olan halka bakan yüze mana-i ismî ile odaklanmaktır. Yoksa Halık’a bakan yüze mana-i ismîyle bakma niyeti fazilettir ve yaratılışın en kudsi gayesidir.

Mana-i ismî ve mana-i harfî meselesini daha iyi anlamak isteyen Refet (Barutçu) ağabey bu meseleyi Bediüzzaman’a sormuştur. Kendisine 20 Haziran 1934 Çarşamba günü ulaşan cevap mektubunda ise mesele şöyle bir temsil yardımıyla izah edilmiştir:

Sen aynaya baksan, eğer aynayı şişe için bakarsan, şişeyi kasten görürsün. İçinde Refet’e tebeî, dolayısıyla nazar ilişir. Eğer maksat, mübarek simanıza bakmak için aynaya baktın; sevimli Refet’i kasten görürsün ‘fe tebarekallahu ahsanü’l-halıkîn’ dersin. Ayna şişesi tebeî, dolayısıyla nazarın ilişir. İşte birinci surette ayna şişesi mana-yı ismîdir; Refet mânâ-yı harfî oluyor. İkinci surette ayna şişesi mana-yı harfîdir, yani kendi için ona bakılmıyor, başka mana için bakılır ki, akistir. Akis mana-yı ismîdir.[3]

Temsili analiz ettiğimizde şu hükümleri çıkarmak mümkündür:

1- İki türlü bakış vardır. Biri kasdî bakıştır. Bu bakış odak noktasına yönelik, net bakıştır. İkincisi ise tebeî bakıştır. Bu bakış ise odak dışına yönelik, flu (bulanık) bakıştır.

2- Temsildeki kasdî bakışlar, mana-i ismîdir. Tebeî bakışlar ise, mana-i harfîdir.

3- Kasdî ve tebeî bakışlar bir bütünlük içinde gerçekleşir. Biri varsa diğeri de mutlaka vardır.

4-  Mana-i harfî ile mana-i ismî de bir bütünlük içindedir, ayrı düşünülemezler.

5- İki türlü odaklanma vardır. Birincisi aynanın maddesine (camına) odaklanıştır. İkinci odaklanma ise aynanın derinliğinde tebessüm eden sevimli suretedir.

6- Odak merkezleri değişince kasdî ve tebeî bakışlar da yer değiştirirler.

7- Mana-i ismî ile mana-i harfî de değişkendir. Odak noktaları değiştiğinde, onlar da yer değiştirirler.

8- Yanlış olan birinci odaklanmadır. Cama odaklanıldığında, aynanın derinliğindeki görüntü flulaşır, belki hiç görülmez. Normal biri –özel bir amacı olmadığı takdirde- aynanın camına odaklanmaz.

9- Masivanın, yani kâinatın maddesine/mülküne odaklanma hatalı bir yaklaşımdır. Mülke kasdî olarak, mana-i ismî ile odaklanıldığında melekût tebeîleşir, mana-i harfî ile netliğini kaybeder, belki tamamen inkârına kapı açar.

10- Doğru olan ikinci odaklanmadır. Aynanın derinliğine odaklanıldığında cemal-i suret görülür. Cama bakış ise flulaşır, görüntü netliğini bozmayacak bir hâl alır.

11- Kâinata tebeî olarak mana-i harfî ile bakmak doğru olanıdır. Böylece kasdî olarak mana-i ismî ile melekûta odaklanan bir bakış gerçekleşir.

12- Birinci odaklanma hem mana-i harfî, hem de mana-i ismînin menfi yorumudur ki, felsefîdir. İkinci odaklanma ise her iki mananın da müspet renge bürünmüş hâlleridir ki, Kur’anî yorumdur.

Refet ağabeye gönderilen mektupta, mana-i ismî ile mana-i harfînin kavramsallaştırılmalarında Sarf-Nahiv ilmindeki tanımlarından istifade edildiğine de şahit oluruz.

Sarf ve Nahiv’de isim “delle alâ ma’nen fi nefsî” ve harf ise “delle alâ ma’nen fî gayrih” ifadeleriyle tarif edilir. Yani, isim kendindeki (nefsindeki) bir manaya delalet eder. Harf, ise kendi dışında (gayrında) bir manaya delalet eder. İsim kendi başına anlamlıdır. Harfin ise kendi başına bir manası yoktur.

Kâinatın mülk yüzündeki her bir varlık da birer harf gibidir. Çabuk sönen bir hayat, hızla tükenen bir ömür ve birdenbire çürüyen bir cismin tek başına ne anlamı olabilir ki? Allah’ın Esma-i Hüsna’sının aynası olan melekût yüzünde ise her şey Allah’ın isimlerine istinad ederek hem mana, hem beka kazanır. Aslında her şeyin hakikati Allah’ın Esma-i Hüsna’sının tecellileri olmaktan ibarettir.

Mesela bir çiçekte birçok mana tabakaları vardır. Mana-i ismî ile bu farklı mana tabakalarına bakıldığı farklı Esma’lar okunur. Sanatlı yapılışında Sâni, etkileyici estetiğinde Cemil, mükemmel kalıbında Bâri’, resmedilir gibi suretinde Musavvir, eşsiz yaratılışında Halık, çok özel fıtratında Fatır, süslü oluşunda Müzeyyin, rengârenk oluşunda Mülevvin gibi daha nice isimlerin okunması mümkündür.

Hâsıl-ı kelam, mana-i ismî gibi çok özel bir kavramın elbette Bediüzzaman’ın mana dünyasının kodları olan dört kelimenin bütünlüğü içinde yorumlanması zaruridir. Kur’anî bakışla gerçekleşmiş kâinat okumaları olan Nur Risalelerinin, özellikle de Esma-i Hüsna talimlerinin –çağımızın ihtiyacı olan- harikulade mana-i ismî yorumları olduğu da üzerinde uzun uzun düşünülmesi ve incelenmesi gereken ehemmiyetli bir konudur. Ve belki en önemlisi eğitim ve öğretimin dört esası kabul edilebilecek mana-i harfî, mana-i ismî, nazar, niyet kavramlarının tüm eğitim kademelerine hitap eder şekilde ayrı ayrı yorumlanarak yeni nesillerin anlam dünyalarının şekillenmesine hizmetkâr kılınması gereklidir.

 

[1] Sözler, 25. Söz, s. 330.

[2] Mesnevi-i Nuriye, Katre, s. 45.

[3] Barla Lahikası, s. 190-191.

Happy
Happy
0 %
Sad
Sad
0 %
Excited
Excited
0 %
Sleepy
Sleepy
0 %
Angry
Angry
0 %
Surprise
Surprise
0 %