DEPREMLER, KASIRGALAR, tsunamiler, sel felaketleri, kuraklıklar, savaşlar, krizler, hastalıklar, elemler niçin yaratılıyor? Bu büyük soru her insanın sorduğu, hakikatli ya da hakikatsiz çeşitli cevaplar bulduğu ancak tam tatmin olmadığı için belki de hayatı boyunca tekrarla sorup cevaplar arayacağı yaratılışın acayip bilmecelerinden biridir. Bu kısıtlı yazıda musibet ve sıkıntıların hikmetlerini anlamaya çalışırken meseleye bütüncül yaklaşmak ve detaylarda boğulmamak için üç yönden bakılabileceği vurgulanmıştır: musibetzede, musibetin zatı ve musibeti yaratan.
Musibetzedeler yönünden bakıldığında hem masum ve facir kimse hem de dünya ve ahiret yüzlerini dikkate almalıyız. Bir kısım musibetler kişisel ya da toplumsal hataların sonucudur bir kısmı ise imtihan vesilesidir. Musibetler hata ve kusurların sonucu ise ikaz vesilesidir, yanlıştan dönmeyi sağlayabilen bir nevi alarm mahiyetindedir. Sorunun teşhis ve tamir edilmesini sağlayan –zahiren acı batınen şifalı– bir tiryaktır. Eğer musibet ısrarla sürdürülen bir isyanın sonucu ise facir olanlar için ahiret öncesinde, daha dünyada adalet-i ilahiyenin bir tecellisi ve ebedi adaletin habercisidir. Zarara bilerek razı olanın ne dünyada ne de ahirette merhamet liyakatinin olmayacağının belirtisidir.
Bir masum cihetinden bakılacak olursa musibetin dünyevi, cüz’i, geçici bazı acı ve sıkıntıları olsa da uhrevi, külli, daimi çok büyük kârları vardır. Bir eleminde binler sevap gizlidir. Mesela bir musibet sonucu kaybedilen bir can ya da mal boşu boşuna çürüyüp yok olmaz belki Cennet’e layık bir beka kazanır. Canını kaybetse manevi bir şehit olur, malını kaybetse sadaka vermiş gibi mükâfata liyakat kazanır.
Aynı zamanda musibetler dünyanın geçici, doyumsuz, acılı ve ayrılıklarla dolu olduğunu hakkalyakin hatırlattığı için ahiret için ciddi anlamda çalışmayı da netice verir. “Bir musibet bin nasihatten evladır” düsturunca akıl ve kalbin sözlerini dinlemediği için dünyevileşmekten kurtulamayan, gaflete düşen hatta günahlara kapılan bir nefs-i emmare ancak musibetlerin dilinden anlar ve ancak bu şekilde aczini fark ederek terbiye olabilir.
İkinci cihetten yani musibetlerin varlık sebepleri açısından bakacak olursak deprem, kasırga, tsunami, sel felaketi, kuraklık, savaş, kriz, hastalık, elem vs. hepsinin varlığının birçok hakikat ve hikmeti var. En başta bu arızi menfi durumlar müspet nimetlerin kıymet ve derecelerini gösterirler. Mesela depremler kalın magma cehennemi üzerindeki ince kabuğunda cenneti yüklenmiş bir dünyanın büyük bir süratle uzayda seyahat ettiği halde yolcularını sarsmaması nimetini hatırlatır. Kasırgalar rüzgâr ve bulutlara, tsunami ve sel felaketleri okyanus, deniz ve ırmaklara, kuraklık sudaki rahmet ve berekete, savaş barışa, hastalık sıhhate ve elemler de lezzetlere dikkat çekerler, onlardaki sayısız nimetiyet derecelerini fark ettirirler ve zıtlık noktasında (hüsn-i bilgayr) yaratılıştaki hüsün ve güzelliklerin aynası olurlar.
Diğer taraftan her bir unsuru temsil eden meleklerin yeryüzündeki isyan ve günahlara öfkelerinin de alametidir musibetler. Kâinatın insanoğlunun fiilleriyle ne derece alakadar olduğunun habercisidir. Meleklerin “Yeryüzünde kan dökecek birini mi yaratacaksın?” ifadesiyle dillendirdikleri hassasiyetlerinin yeryüzündeki bir yansımasıdır. Kendilerinin ve temsil ettikleri varlıkların hizmetkâr kılınışıyla manen secde ettikleri insanoğlunun da Allah’a abd ve hizmetkâr olmasını, gaflet ve isyandan vazgeçmelerini istemelerine işaret eden şiddetli birer ikazdır.
Fırtına, zelzele, veba gibi hadiselerin perdeleri altında gizlenen pek çok manevi çiçeklerin inkişafı vardır. Tohumlar gibi neşvünemasız kalan birçok istidat çekirdekleri, zahiri çirkin görünen hadiseler yüzünden sünbüllenip güzelleşir. Güya umum inkılâplar ve küllî tahavvüller birer manevi yağmurdur.
Üçüncü cihet olarak yaratıcı açısından bakacak olursak musibetler Onun celali vasıflarının tecellisidir. Hâşâ atıl bir yaratıcı olmadığının, yeryüzündeki her şeyi her an yarattığının, mahlûkatının ve özellikle de insanların fiillerine duyarsız kalmadığının, ahiretteki celali tecellilerini ve ilahi adaletini hissettirmekte olduğunun unvanıdır musibetler. Allah musibetleri yaratmasıyla “rahmetinin gazabını geçmesi” hakikatinin eksik/yanlış anlaşılmak suretiyle insanı tenbellik, gaflet hatta isyana sürüklemesinden de kurtarır. Evet Onun gazabı da ezeli bir hakikattir ve isyankar kulları için –azamet ve dehşetiyle– hem dünyada hem de ahirette gerçekleşecektir.
Allah’ın gazabıyla korkutması rahmetinin kucağına yöneltmek içindir aynı zamanda. Zira rububiyetin terbiyesi hem celal hem de cemali ister. Sayısız nimetleriyle terbiye ediciliğinin cemalini gösteren Rahman-ı zülcemal hastalık ve musibetlerle de celalini göstermektedir. Gadap kuvvesinde (kuvve-i gadabiye-i sebuiyye) hiçbir şeyden korkmamak derecesinde isyan ve tehevvüre kapılabilen aciz ve zayıf bir insanın –eğer nasibi varsa– ancak musibetler aklını başına getirebilir.
Hasıl-ı kelam musibetlerin lisan-ı hali hem tazarru ile niyaz ve dua eden masum ve mazlumlarla hem de gaflet ve kibre düşmüş zalim ve kâfirlerle fiilen konuşur ve manen onlara şöyle der: Zulüm ve haksızlıklar da, niyaz ve dualar da Semi’ ve Basir olan Allah-ı zülcelal tarafından işitiliyor ve görülüyor; hiçbir şey ihmal edilmiyor belki mühlet veriliyor; ahirette tam anlamıyla tecelli edecek olan ilahi adaletin dünyadaki cüz’i yansımaları masumlara ferah ve ümit, zalimlere ise korku ve dehşet versin.