İktisat, genelde az tüketmek ve lezzeti terk etmek manasında anlaşılır. Oysa iktisat, tüketmenin ve lezzet almanın niceliğinden bağımsızdır. Bir bardak su israf edilebilirken, tonlarca suyun iktisatlı kullanılması mümkündür. Şükürsüz tek bir “lokma” israf edilebilirken, şükür, hamd ve sena vesilesi bir “tabak” iktisat olabilir.
Peki, iktisadın keyfiyet ölçüsü nedir?
İktisadın en keyfiyetli tariflerinden biri belki de “Ruhu cesedine, kalbi nefsine, aklı midesine hâkim olsa ve lezzeti şükür için istese, o vakit leziz şeyleri yiyebilir”[1] cümlesidir. Bu cümle iktisadı emreden “Yiyin, için, fakat israf etmeyin”[2] ayetinin de güzel bir tefsiridir. Ayette, meşru nimetleri kendilerine yasaklayanlar “yiyin, için” denilerek ikaz edildiği gibi; lezzetleri takip etmenin son sınırı da “israf etmeyin” emriyle belirlenmiştir.
Ayetin ilk kısmı asketizmi, ikinci kısmı ise hedonizmi yasaklamıştır. Hedonizm, iştah gücünün ifrat mertebede kışkırtılmasıdır. Asketizm ise helal nimetleri bile arzu etmeme derecesinde bir tefrit yoludur. Kur’an’ın emri ise, iştah gücünün vasat mertebesi olan “iffet” manasında, dengeli bir şekilde kullanılmasıdır. İffet, Allah’ın helal nimetlerine iştahın olması, haramlarına ise meyil edilmemesidir. İştah gücünü kontrol edip dengeyi yakalayan iffetli biri, Allah’ın nimet sofralarının şakir bir müfettişi makamına çıkar. Bu makamın gereği ise ruhun, kalbin ve aklın cesede, nefse ve mideye hâkim olmasıdır.
“Aklın midesine hâkim olması” ne demektir?
Bu hâkimiyet hem maddi hem de manevidir. Öncelikle akıl madden mideye hâkim olmalıdır. Bedenin doğru, düzenli ve sağlıklı beslenmesi için aklın mideye hükmetmesi gerekir. Mesela, Peygamber Efendimiz’in (a.s.m.) “Âdemoğlu, midesinden daha şerli bir kap doldurmamıştır. Belini doğrultacak birkaç lokmacık ona yeter. Yok, birkaç lokma ile yetinmeyip de midesini dolduracaksa hiç olmazsa onu üçe ayırsın: Üçte birini yemeğe, üçte birini suya, üçte birini de nefesine”[3] tavsiyesinde aklın midesine hükmetme dersi verilmiştir. Midesine hâkim bir akıl, onu ne zaman, nelerle, ne ölçüde dolduracağının kararını büyük bir hassasiyetle verendir.
Aklın mideye manevi hâkimiyeti ise yediklerinin, içtiklerinin manasını düşünmesi, tefekkür etmesidir. Aklın gıdası hikmettir. Akıl midesi hikmet gıdalarıyla lezzet alır, doyar. Midesine hâkim akıl, gıdaların hem maddi hem manevi yönüyle ilgilidir. Böyle bir akıl gıdalarda/nimetlerde nimetlendirme kasdını ve o fiilin arkasında Mün’im isminin tecellilerini görür.
Mesela, bir elma yese, elmanın eşsiz şekline, rengine, tadına, kokusuna dikkat kesilir. Allah’ın Sani, Halık, Musavvir, Münevvir, Basir, Latif, Kerim, Rahman, Rezzak, Mün’im isimlerinin tecellilerini görmeye çalışır. Bir elmayı yaratan Zatın tüm elmaları, tüm meyveleri, belki tüm mahlûkatı yaratan olduğunu fark eder. Nimet içindeki iltifat lezzetini hissederek, kendini tanıttırmak ve sevdirmek isteyen Rahman-ı Rahim’e hakiki muhatap olmaya çalışır. Zikrederek O’nu hatırlar. Fikrederek O’nu tanır. Şükrederek O’nu sever.
Midesine maddi/manevi hükmeden âkil bir insan, nimetleri ve lezzetleri şükür için ister, nimetlerde in’amı ve Mün’imi görür, mülkten melekûta hızla geçer, akıl midesini hikmet gıdalarıyla doyurur. “Kime hikmet verilmişse ona pek büyük bir hayır verilmiştir” ayetinin senasına mazhar olur.
[1] Lem’alar, 19. Lem’a, İktisat Risalesi.
[2] A’raf 7/31.
[3] Tirmizî, Zühd 47, hadis no: 2381; İbn Mâce, Et’ıme 50, hadis no: 3349.