KASIM’IN 10’u benim için kutlanılası bir gün. Zira ilk göz ağrım, oğlum o gün doğdu. Buna binaen her 10 Kasım bizim evimizde mutlulukla karışık bir tatlı telaş olur. Bir başka açıdan ise 10 Kasım benim için hürriyet mihengidir. Şehri hatta ülkeyi putlaştırmayı arzulayan anlarda hür bir insan kalabilme mücahedesinin vaktidir.
Bu yıl 10 Kasım tapınış seanslarının dile gelmiş halleri ülke gündemini daha derinden meşgul ediyor. Mine Kırıkkanat’ın –bir kitlenin hissiyatına tercümanlık ettiğini savunduğu– sözleri aslında bir asırlık bir meydan okumanın ve sürmekte olan manevi bir mücadelenin özeti mahiyetindedir.
Kırıkkanat’ın tek adama tapınış seansı ne bir ilktir ne de son olacaktır. Ne onun ne de ondan önce benzer anlayış sahipleri olan Aka Gündüz, Behçet Kemal Çağlar, Kemalettin Kamu, Yusuf Ziya Ortaç, Yaşar Nabi, Celal Bayar ve Betin gibi zevatın serkeşane sözlerine yazımda yer vermeye niyetim var. Lakin hepsinin zihniyetinin odak noktasına dikkat çekmekte de fayda var: Kur’an ve İslamiyet’e karşı öfke ve düşmanlığın ilah, tanrı, tapmak, tekbir, ibadet, Kâbe, minare gibi dini kavramlar üzerinden sembolik bir dille dışa vurulması ve karanlık iç dünyalarında kurguladıkları beşeri dinlerinin sevdasıyla muaraza meydanında kendilerince gövde gösterisinde bulunulmasıdır. Ben bu marazi durumu bu ülkenin ferasetli psikolog, sosyolog ve ilahiyatçılarının uzmanlığına havale ederek –hatta bu konuda ciddi çalışmaya davet ederek– asıl paylaşmak isteğim meseleye konuyu getirmek istiyorum.
Kırıkkanat’ın sözlerini işittiğimde ürperdim ve onun ifadeleri öncelikle aklıma şu ayeti getirdi:
İnsanlar arasında Allah’ı bırakıp da O’na ortak koşanlar vardır. Onları Allah’ı severcesine severler. Mü’minlerin Allah’a olan sevgisi daha güçlü bir sevgidir.
Bakara 2/165
Hayrıyla da, şerriyle de tarih tekerrür ediyor. İnsaniyet-i kübra olan İslamiyeti ve insana yaraşır hürriyeti tehdit eden bazı zihniyetler hiç değişmiyor sadece biçim, suret değiştiriyor. Yalnız Allah’a perestiş ve ibadet eden, O’nun haricinde hiçbir varlığa tapacak derecede kutsiyet vermemesi gereken insanoğlu kendisine çağdaş tanrı ve tanrıçalar bulmaktan kurtulamıyor. Oysa bilinse ki ilahlıktan uzaklık noktasında tüm varlık ve tüm insanlar eşit derecededir. Zerrelerden gök adalara hiçbir varlığın bir diğerini ve kölesinden efendisine de hiçbir insanın bir başkasını ilahlaştırması mümkün değildir. Zira yaratılmış olmak tüm varlığı ve insanlığı ortak paydası altında toplamaktadır. Buna binaen Allah’ın huzurunda bir yaratılmışın bir başkasına perestiş etmesi en hazin, en vahim ve en saygısızca bir tutumdur. Bu ebedi hasarete düşmekten kurtuluş hakikatini Üstad ne güzel özetlemiştir:
“Ey insan! Kur’an’ın desatirindendir ki Cenab-ı Hakkın masivasından hiçbir şeyi ona taabbüd edecek bir derecede kendinden büyük zannetme. Hem sen kendini hiçbir şeyden tekebbür edecek derecede büyük tutma. Çünkü mahlukat mabudiyetten uzaklık noktasında müsavi oldukları gibi mahlukiyet nisbetinde de birdirler.”
Lem’alar, 17. Lem’a
Müjdeler olsun hürriyet ve insaniyetini her daim muhafaza edebilenlere…