İslamiyet tevhid dinidir. Kur’an’ın dört esasından birincisi de tevhiddir. Tevhid ise Allah’ın yarattığı her şeye nakşettiği birlik hakikatidir. Buna binaen İslamiyet ve tevhid Müslümanların da birliğini iktiza eder. İnançları bir olan kalpler en derin kopmaz bağlarla birleştirir. Birleşen kalpler ise toplumlaşır, şahs-ı manevileşir, ebediyet kazanarak küllileşir. Zira “Tevhid-i imani elbette tevhid-i kulubu ister. Ve vahdet-i itikad dahi vahdet-i içtimaiyeyi iktiza eder.”
Her yıl hac mevsimi dünya Müslümanları birleşir. Her hafta Cuma günü şehrin Müslümanları birleşir. Her gün her vakit namazında mahallenin Müslümanları birleşir. Her an her selamlaşmada kardeş, dost, arkadaş, yoldaş, sırdaş Müslümanlar birleşir. Allah’ın bin bir Esma-i Hüsna’sı adedince, dini birlik bağları nispetince ve beşeri münasebetler adedince iç içe sağlam, kopmaz bağlarla birleşilir.
İslam bu derece birleştirici olduğu halde Müslümanlar olarak ne nispette bu birlik bizde hükmeder? Hac, Cuma, cemaat namazları ve selamlaşmalarımız bizi gerçekten “bir” kılıyor mu? İttihad-ı İslam’ın bir ferdi olmanın vasıflarını ne kadar taşıyoruz?
Bu ve benzeri sorulara her Müslüman ferdin cevabı aynı değildir. Fakat bir gerçek var ki vakit namazlarımız mahallemizin kongresi, Cuma namazlarımız şehrin kongresi ve Haclarımız da İslam âleminin “kudsi ve semavi” kongresi mahiyetini kazandığı nispette Müslümanların Birliği, İslam Birliği ve İttihad-ı İslam’dan bahsimizde samimiyet ve tutarlılık söz konusudur. Aksi takdirde İttihad-ı İslam hayallerimiz itikad dairesinde hapsolmaya devam eder ve esbap dairesinde ihtilaf kaoslarıyla boğuşmaktan bir türlü kurtulamayız. Kur’an kaynaklı iman ve ibadet terbiyesi tüm Müslümanları en köklü bir şekilde birleştirirken diğer taraftan ise beşeri hallerimizden kaynaklanan nice ayrılık, ihtilaf ve hatta düşmanlıkların pençelerini de ensemizde hissederiz.
Öyle ise vakit kaybetmeden kendimize soralım ve de nefsimizi sorgulayalım: Ne kadar Kur’ani tevhid dersi ve terbiyesini kazandım? İttihad-ı İslam’ın bir ferdi/bireyi olacak bir iman, ahlak ve karaktere sahip miyim? İtikad dünyam ile amellerim ne derece örtüşüyor?
Bu gibi soruların cevaplarının arayışı beni 1910 yılında yazılan Münazarat isimli esere götürüyor. Kur’an’ın tek bir ayetinin tek bir harfinin tek bir nüktesi için hayatını feda etmeye hazır bir iman fedaisi olan Bediüzzaman Said Nursi’nin kendine dava edindiği meselelerden biri olan İttihad-ı İslam’dır. İttihad-ı İslam’ın hakikatine mazhar bir ferdin hususiyetlerini Münazarat isimli eserinin sonlarına doğru kısmi olarak tarif etmiştir. İttihad-ı İslam’ı gökyüzüne (tâk-ı mualla) benzeten Üstad, ehl-i ittihadın vasıflarını ise gökkuşağının (kavs-ı kuzah) tonları olarak nitelemiştir. Münazarat’ta sıralanan altı vasıf gökkuşağının lacivert renginin tonları olarak ifade edilmiştir. Malum gökkuşağı sırasıyla kırmızı, turuncu, sarı, yeşil, mavi, lacivert ve mor ana renklerinden oluşur. Lacivert rengi ise mor renginden sonra gelen ikinci iç halkadır. Buna binaen Bediüzzaman’ın saydığı bu altı vasfı İttihad-ı İslam’ın zemini olacak yüksek Kur’anî ahlakın ilkeleri olarak yorumlamak mümkündür. Bu altı ilke ile ehl-i ittihad olan bir Müslüman portresi çizilmiştir. Bu portre; yüksek ahlakı yanaklarından okunan, gülümsemesinde masumiyet olan, ruhunun güzelliği dili, sözü ve mimiklerine yansıyan, neşesiyle ümit saçan, ulvi lezzetlere meftun ve müştak, siretindeki nur, hüsün ve kemal suretinden akseden bir Kur’an talebesinin temsilidir.
İttihad-ı İslam gökkuşağının yedi renginden lacivertin altı tonu üzerinde sırasıyla durmak, bu kavramlar arasındaki irtibatları kurmak ve detaylı bir tarzda tefekkür etmek meselesinde ne kadar azim, cehd ve gayret göstersek kârdır. Fakat vaktimiz, ilmimiz, sabrımız kısa… Buna binaen bu sınırlı yazı ancak bismillah diyerek meseleye başlamak niyetinden başka bir şey değildir.
1- Civanmerdane Humret {Hayâ ve Hamiyet}: İttihad ehlinin en birinci vasıfları “hayâ” ve “hamiyet” duygularıdır. Bu iki duygudan meydana gelen haleti Bediüzzaman yüzdeki kırmızılığa benzetmek suretiyle “hayâ ve hamiyetten neş’et eden civanmerdane humret” cümlesiyle tarif etmiştir. En genel anlamda yüz iki türlü kızarır. Biri iştah gücünü (kuvve-i şehevi) kontrol etmek manasında bir iffet ve hayâ diğeri de öfke gücünü (kuvve-i gadabiye) dizginlemek ya da haksızlıklara karşı durmak tarzında müspete kanalize etmek manasında bir şecaat ve hamiyettir. Buna binaen ehl-i ittihad Hz. Osman (RA) misali hayâ ehli ve Hz. Ali (RA) gibi bir hamiyet ehlidir.
Bediüzzaman bu iki duyguyu niçin en başta zikretmiştir? Bunun üzerine de ciddi tefekkür etmek gerek. Cevap ararken dimağımın nasibi olan bir manayı cüz’i de olsa kısaca özetlemeye çalışacağım: Bu iki his zahiren birbirini nakzediyor gibi gözükse de aslında ikisinin mezcinden yüksek bir ahlaki duruş çıkar. Hayâ insanı diğerlerini gözleriyle dahi rahatsız etmemek adına mesafe koymaya sevk ederken hamiyet ise insanlığın derdiyle hemdert olmaya sevk etmektedir. Hayâ en gizli şerlerden dahi el çekmeyi sağlarken hamiyet ise en büyük hayırlar için gayrete getirmektedir. Hayâ şahsi ve cüz’i lezzet ve keyiflere kapılmamayı gerektirirken hamiyet de “kimin himmeti milleti ise o kimse tek başıyla küçük bir millettir” sırrıyla çalışkanlık, gayret, azim ve fedakârlığın doruk noktasına eriştirmektedir. En pest iffetsizlikler ve en can yakıcı zulümlerinde bile yüzü kızarmayan bir asırda İttihad-ı İslam’ın ilk ilkesinin hayâ ve hamiyet üzerine bina edilmesi manidardır.
2- Masumane Tebessüm {Hürmet ve Merhamet}: İttihad-ı İslamın yüzlere yansıyan güzellik mertebelerinin ikincisi “hürmet ve merhametten tevellüd eden masumane tebessüm” cümlesiyle ifade edilmiştir. Hürmet ve merhamet duyguları ittihadın çatısı olan toplumsallaşmayı sağlayacak, toplumsal tabakalar arasındaki boşlukları dolduracak ve çatlakları da tamir edecek en önemli iki haslettir. Kadın ile erkek, genç ile ihtiyar, avam ile havas, cahil ile âlim, fakir ile zengin, işçi ile patron vs. gibi farklı tabakalar arasında kurulması zaruri olan manevi köprüler en başta bu iki duygu sayesinde mümkün olabilecektir.
İttihad ehli kendi konumundan daha aşağıda gördüklerine merhamet ve daha yüksek konumda bildiklerine de hürmet etmeyi içselleştirmiş bir ahlaki olgunluk sahibidir. Merhamet ehli “vücub-i zekat” ile Allah’ın kendisine emanet olarak verdiği mal, mülk, ilim, güç, tecrübe, vakit, yetenek ve beceri gibi her türlü nimeti kendinden daha muhtaç olanlarla paylaşır. Hürmet ehli de kemal ve fazilet erbabına karşı gururlanmaz, kibirlenmez ve de isyan bayrağı açmaz. Huzurlu bir toplumun simgesi olan her türlü “masumane tebessüm”lerin kaynağı hürmet ve merhamet duygularının inkişafı ve neşvünemasıdır.
3- Ruhani Halavet {Fesahat ve Melahat}: İslam Birliği gökkuşağının lacivert renginin üçüncü tonu “fesahat ve melahattan hasıl olan ruhani halavet”tir. İttihad ehlinin bir özelliği de “ruhani halavet”tir. Bu ruhani tatlılık, şirinlik ve çekicilik ise; sözlerinin akıcı, berrak ve doğru anlaşılır olmasından kaynaklanan bir fesahat ile jest, mimik ve tavırlarının hoşluğu ve sempatikliğinin neticesi olan bir melahata dayanır. Ehl-i ittihad canayakın, empatik ve sempatiktir; en yakın dost, en fedakar arkadaş, en iyi takdir edici yoldaş ve en civanmert kardeştir. Yani kısaca hıllet ehlidir. Ötekileştirici, kamplaştırıcı, aşağılayıcı, kin ve düşmanlık tohumları ekici ve ektirici her türlü tarafgirane anlayışın ve fanatizmin uzağındadır.
4- Semavi Neşe {Aşk ve Şevk}: Dördüncü ton ise “aşk-ı şebabiden, şevk-i bahariden neş’et eden semavi neşe”dir. İttihad ehli sanki yeni dirilmiş gibi ulvi bir neşe, sevinç, enerji ve coşkuyla doludur. Bu, gençlik ve ilkbaharın feyzi misali tükenmez bir aşk ve şevkten beslenen öyle bir “semavi neşe”dir ki her türlü karamsarlığın ilacı ve ümidin kaynağıdır. Müslümanların neşesini kaçıran ve şevkini kıran her türlü maddi-manevi istibdat ve tahakkümün zincirini kıracak bir tılsımdır. Bediüzzaman’ın ifadesiyle şevk, “sa’y-i insaninin buharı” hükmündedir. “Hayat bir faaliyet ve harekettir. Şevk ise matiyyesidir.”
5- Melekuti Lezzet {Hüzün ve Ferah}: İttihad-ı İslam ahlakı hüznü de ferahı da, yerinde ve zamanında, ölçülü ve dengeli bir şekilde yaşayabilme olgunluğuna erişmektir. İslam Birliği Kur’an medeniyetinin yeniden doğduğu öyle bir seherdir ki asırlar süren bir batış ve çöküşün hüznünü en derinden hissetmekle birlikte yeise düşmeyen ve “her geceden sonra bir sabah ve her kıştan sonra da bir bahar vardır” diyerek geleceğe ümitle bakan yüksek ahlak sahiplerinin kalbi, kavli ve kesbi dualarının bir meyvesidir. Bediüzzaman’ın “hüzn-i gurubiden, ferah-ı seheriden vücuda gelen melekuti lezzet” olarak tarif ettiği bu ahlaki güzellik, mülk aleminin zıtlık ve elemlerinin ötesine geçip melekut aleminin hakikat ve ulvi lezzetlerine vasıl olmaktır.
6- Mukaddes Zinet {Hüsün ve Cemal}: Ehl-i ittihad çift kanatlıdır, zülcenaheyndir. Suret ile sireti, iç ile dış güzellikleri, ahlak-ı âliye ile secaya-yi samiyeyi birleştirmek, kaynaştırmaktır. Hem güzel ahlaklı fazilet ve salahat erbabı hem de mesleki yetkinlik ve maharet sahibi olmaktır. Kur’an’ın peygamber kıssalarıyla ders verdiği gibi hem ilim hem de hikmet sırlarına ermektir. Hem teşrii hem de tekvini şeriatın hükümlerine ittiba etmektir. Hem dünya hem de ahiret saadet ve huzurunu istemek ve iştiyakla aramaktır. Birbirini tamamlayan ve dengeleyen tüm bu güzelliklerin menbaı “hüsn-i mücerredden, cemal-i mücelladan tecelli eden mukaddes zinet” olarak tarif edilmiştir.
İttihad-ı İslam’ın lacivert renginin altı tonu olarak sayılan bu ahlaki değerlerin hakikatini tamamlayan -diğer renkler ve tonları manasında- birçok yüksek hasleti de zikretmeden meseleye nokta koymamak gerektir; ihlâs, sıdk, sadakat, sebat, metanet, isar, takva, vera, zühd, iffet, şecaat, hikmet, şefkat, tefekkür, acz, fakr, uhuvvet, muhabbet, izzet, tevazu, feragat, iktisat, kanaat, rıza, sabır, nezafet, adalet, gayret, tevbe, şükür, istiğna, emanet, ihsan, tefani, hıllet, hürriyet, reca, havf, vefa, insaf…
Bediüzzaman Münazarat’ında “marifet” ve “imtizac-ı efkar” vurgusu yaparak İttihad-ı İslam’a dair sözlerini tamamlar. İttihadın en büyük düşmanı olarak ise cehaleti (ve elbette her türlü türevleriyle birlikte) nazar-ı dikkate sunar:
“Lakin ittihad cehl ile olmaz. İttihad imtizac-ı efkardır. İmtizac-ı efkar, marifetin şua-ı elektriğiyle olur.”
Çok geç kaldık. Haydi neyi bekliyoruz? İslamiyet güneşinin İttihad-ı İslam göklerinde reşhamisal gökkuşakları olmak vaktidir. Önce fert olarak biz öyle içten, ciddi, istikametli ve hakkaniyetli bir tarzda değişelim ve ardından da halka halka öyle birleşelim ki mahallemiz, şehrimiz, ülkemiz, alem-i İslam ve tüm dünya da değişsin, birleşsin ve ittihad etsin.