Bir Miraç gecesi arefesi, Risale-i Nur’daki enfes bir besmele tarifi, beni tefekkürüyle epey meşgul eyledi. Bediüzzaman besmeleye dair şu tespitte bulunuyordu:
[Besmele] ferşi Arşa bağlar, insanî arşa çıkmaya bir yol olur. Sözler, s. 15.
Bu cümleyi bir nebze anlayıp hayatıma taşımak için şu sorulara cevap bulmalıydım. İnsanî arş ne demekti? Besmele insanî arşa çıkaran nasıl bir yoldu? Besmele gibi başka miraçlar var mıydı?
Belki en başta aramam gereken hakikat “arş”ın ne olduğuydu. Ondan sonra da “insanî arş” ile kastedilenin ne olabileceğine dair makul yorumlara ihtiyacım olacaktı.
Kısa bir araştırma neticesi “arş”ın etimolojik olarak yüksek yer, tavan, çatı, taht gibi manalarını taşıdığını öğrendim. Mecazi olarak ise ilahi taht, yani Allah’ın hükümranlığını ifade ettiğine dair bir kısım yorumları okudum. Anladım ki Arş-ı Azam’dan insanın vicdanına kadar birçok arşlar vardı. Arş-ı Azam varlık âlemini evvel-ahir, zahir-batın olarak kuşatan en yüce hükümranlık dairesiydi. Kalp ve vicdan ise “yerlere ve göklere sığmadım, mü’min kulumun kalbine sığdım” kudsi hadisinin sırrını taşıyan en latif bir arştı. Hatta toprak, su, hava, nur dahi arştı. Toprak hıfz ve hayat arşı, su rahmet ve bereket arşı, hava emir ve irade arşı, nur ise ilim ve hikmet arşıydı. Tüm bu hakikatler göstermekteydi ki, arş Allah’ın tüm ihtişamıyla ve nuraniyetiyle tecelli ettiği, tenezzül edip istiva ettiği varlık daireleriydi.
Arş, Allah’ın Esma-i Hüsna’sına tüm azametiyle ve nuraniyetiyle ayinedarlık makamıydı. İnsanî arş hakikati de bu deruni mananın bir parıltısı, bir yansıması olsa gerekti. Belki de Allah’a ayinedarlığının ve muhatabiyetin zirve noktasıydı insanî arş…
Besmele ise, insanî arşa çıkaran sırlı bir yoldu. İnsanî arşın ehemmiyetli bir miracı besmeleydi. Miraç, uruc ettirendi, yükseltendi. Besmele de insanı Allah’a muhatabiyetin zirvelerine yükselten bir merdiven, bir asansör gibiydi. Besmelesiz yapılan tüm işler yatay ilişkiler (mahlûk-mahlûk) düzeyinde kalmasıyla dünyeviydi ve fenaya mahkûmdu. Besmele ise her (hayırlı) işin başı olmasıyla yatay ilişkileri dikey bir boyuta taşımaktaydı. Allah’ın güzel isimlerinin (Esma-i Hüsna) her işin başında Besmele ile hatırlanması, yapılan tüm bu işleri Arş-ı Azam santraliyle irtibatlandırmakta ve uhrevileştirmekteydi. Mesela, âb-ı hayatı afiyetle yudumlayan bir ağzın su ile ilişkisi yataydır, beşeridir, dünyevidir, fanidir. Rahman, Mün’im, Kerim gibi isimlerin arşına yükselmek manasındaki besmele ise ağız-su arasındaki bu yatay ilişkiyi dikeye dönüştürür, yükseltir, yüceltir, bakileştirir, uhrevileştirir.
Âdi, beşeri bir iş –besmelenin tılsımıyla- ibadet huzuruna inkılâp eder. İbadetlerdeki, özellikle de namazdaki huzur besmele sırrıyla insanın her bir ânına, her bir işine nüfuz eder. Her bir namazında (imkân ve vücub ortası diye tarif edilen) Kab-ı Kavseyn makamına niyeten ve itikaden çıkıp Allah’ın ulûhiyetine ve rububiyetine –kurmay subay misali- muhatap olan bir insan, besmelenin sırrıyla bu huzur-u ilahi hakikatini her bir işine, fiiline, tavrına derinlemesine yansıtır. Kesretin en boğucu karanlıklarında, uzakların en uzağında, besmele miracıyla insanî arşın zirvelerine çıkar, (her şeye her şeyden çok daha yakın Allah’ın) akrebiyet sırrını yakalayarak en yakınlardan daha yakın olur.
İnsanî arşa çıkaran miraçlardan biri de namazdır. Çünkü namaz mü’minin miracıdır. Miraçtaki uhrevi rü’yetin imtihan dünyasına bir yansımasıdır namaz. İmam-ı Rabbani (RA) rü’yetullah ile namaz arasındaki bu kuvvetli irtibata dair şu tespitte bulunmuştur:
Dünyada namaz mertebesi, ahirette rü’yet mertebesidir. Dünyada yakınlığın nihayeti namazdadır. Ahirette yakınlığın nihayeti ise rü’yettedir.
Ümmetine götürmesi için Resul-i Ekrem’e (ASM) Büyük Miraç’ta (Mirac-ı Ekber) takdim edilen en kıymetli hediyelerden biri –malum- beş vakit küçük miraç (mirac-ı asgar) müjdesidir. Küçük miraç olan namaz ile her gün en az beş defa insanî arşa bir cadde açılır. Büyük Miraç’da Allah ile Resul-i Ekrem (ASM) arasındaki konuşmanın (tahiyyat-ı mübareke, salâvat-ı tayyibe, selam, şehadet gibi hakikatler) namazın teşehhüdünde hatırlanması ile bu manalar takviye edilir.
İnsanî arşa çıkaran miraçlardan biri de selamdır. Bu manayı taşıyan bir selam Mirac-ı Ekber’in bir meyvesidir. İslamiyet’in ehemmiyetli bir şeairi olan selamın bir Miraç meyvesi olduğunu Bediüzzaman Said Nursi Altıncı Şua isimli risalesinde şöyle beyan etmiştir:
Resul-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselamın, o selama mukabil “Esselamü aleyna ve ala ibadillahi’s-salihin” demesi istikbalde muazzam ümmeti ve ümmetinin salihleri, selam-ı İlahiyi temsil eden İslamiyete mazhar olmasını ve İslamiyetin umumi bir şiarı olan mü’minler ortasındaki “es selamü aleyke – ve aleyke’s-selam” umum ümmet demesini raciyane, dâîyane Halıkından istediğini ifade ve ihtar eder. Şualar, s. 88.
Resul-i Ekrem (ASM) selamlaşmaya çok büyük bir ehemmiyet vermiştir. Bunun bir neticesi olarak Sahabelerine “aranızda selamı yayınız” tavsiyesinde bulunmuştur. Resul-i Ekrem’in (ASM) selamlaşma tavsiyesi müfritane irtibat derecesindedir. Şöyle ki: “Sizden biriniz din kardeşine rastlarsa ona selam versin. Eğer aralarına taş, duvar veya ağaç perde olup tekrar karşılaşırsa yine selam versin.”
Selamlaşan iki mü’min yalnızca birbirlerine güven telkin etmezler, aynı zamanda ilahi huzurun birlik ve kardeşlik atmosferini de solurlar. Cemaatle kılınan namazın yaşattığı ubudiyetkarane huzuru içtimai hayatın içinde hissettiren bir miraçtır selamlaşma. İçtimai hayatın her türlü keşmekeşinden ve gafletinden bir nebze sıyrılıp ilahi huzurun, Miraç-ı Ekber’in hatırlanışıdır.
Hâsıl-ı kelam, namaz -ibadet hayatında- insanî arşa çıkaran miraçtır. Hiçbir işini besmelesiz bırakmayan, her hayrın başında besmeleyi zikreden biri de -şahsi hayatında- insanî arşın doruklarına yükselir. İçtimai hayatın boğucu girdaplarından kurtulup selamete kavuşmak ve ilahi huzuru teneffüs etmek ise ancak selam miracıyla mümkündür.