ADALET TESKİN edici, zulüm ise sarsıcıdır. Kâinat gibi insanın maddi ve manevi hayatı da adalet ve denge üzerine kuruludur. Zira Allah’ın celali ve cemali tecellileri hem insan-ı ekber hem de kâinat-ı asgarda sayısız dengeleri gerektirmektedir. Bu hakikatin çok büyük hassasiyet kazandığı bir alan olan vicdandaki yansıması ise havf-reca dengesi şeklinde ortaya çıkar. Havf yani korkunun ürpermekten dehşete kapılmaya varıncaya nice mertebeleri olduğu gibi recanın yani ümidin de endişeden itminana kadar birçok dereceleri bulunmaktadır.
Birçok imtihan gibi havf-reca dengesinin sınandığı hatta ciddi sarsıldığı ânlardan biri de zelzelelerdir. Deprem yerine zelzele ifadesini kullanmayı tercih ediyorum zira deprem tabiri çok yaygın bir kullanıma sahip olsa da zelzele kelimesine müminlerin daha fazla rağbet göstermesi gerektiği inancındayım. Zira zelzele kelimesi her söylendiğinde Zilzal suresindeki ilahi mesajı hatırlatarak ibret almaya davet etmektedir. Nur risalelerinde iki yerde geçen deprem tabiri yerine yüzün üzerinde farklı bahiste zelzele ifadesinin benimsenmesinin bu tercihimi teyit ettiği kanaatindeyim.
Zelzele esnasında bir mü’min –iman ve ubudiyetinin derecesine göre– bir emniyet hisseder. Zira “Her hakikî hasenât gibi cesaretin dahi menbaı imandır, ubûdiyettir.” İman ve ubudiyetin kazandırabileceği cesaret öyle bir kuvvettir ki değil küçük bir sarsıntıyla dizlerinin bağı çözülmek ve kendinden geçmek belki Kıyamet kopsa “lezzetli bir hayret” ile seyretmek haletiruhiyesini verebilmektedir.
Kâinatın tesbihatını Kur’anî bir perspektifle okuyan Aziz Üstad “zelzeleli bir zemin”den “yâ Celîl, yâ Celîl, yâ Azîz, yâ Cebbâr” zikirlerini işitmeye davet eder. Zelzele “nâra”larının ne korkulacak ne de vesvese edilecek bir şey değil iman kulağıyla dinlendiğinde ancak birer “zemzeme-i ezkâr”, “demdeme-i tesbih” ve “velvele-i nâz ü niyaz” olduğuna dikkat çeker.
İman gözlüğüyle bakıldığında her şeyin –ne derece dehşet verici olursa olsun– güzel ve sevimli olan yüzü görülür. Zira her şey Allah’ın Esma-i Hüsna tabir edilen güzel isimlerinin yansımalarıdır. Güzelden ise çirkin bir şey gelmez. Celali ve cemali bütün isimleri güzel olan Cemil-i Zülcelal’in fiilleri ve eserleri de güzeldir. Ancak bu güzellikler cemali tecellilerde bizzat (hüsn-i bizzat) görülebilirken celali tecellilerde ise neticeleri itibarıyla (hüsn-i bilgayr) anlaşılabilmektedir. Zelzele de bu ikinci sınıfa dâhildir ve “Fırtına, zelzele, veba gibi hadiselerin perdeleri altında gizlenen pek çok manevi çiçeklerin inkişafı vardır.”
Bildiğimiz/bilmediğimiz pek çok hikmetleri olan zelzelenin sarsarak gaflet uykusundan uyandırmasında üç önemli farkındalık vardır. Birincisi cemali tecellileri ve nimetlerine mukabil sevilen, şükür ve hamd edilen Allah-ı zülcemal’in zelzele gibi hadiselerle celal ve izzetinin de tüm ihtişamıyla hatırlanmasıdır. Lokman suresinde (31/33) aldatıcı şeytanın (ğarur) Allah’ın rahmetine güvendirerek insanı aldattığı vurgulanır. Allah’ın rahmetinden ümit kesmek (Zümer 39/53) gibi kusur, hata ve günahlardan pişmanlık duymamak, tevbe ve istiğfar etmemek, ilahi ikaz ve tehditlere kulak tıkamak da büyük bir aldanıştır. Buna binaen hayatın her ânında havf-reca (korku-ümit) dengesini hassas bir şekilde koruyabilmek için çaba içinde olunmalıdır. Bu ise Allah’ın celali isimlerini ve bu isimlerinin tecellilerindeki (zelzele, musibet, hastalık vb.) ilahi mesajları fark etmek, tefekkür etmek, dikkate almak, ehemmiyet vermek ve ibret almayı gerektirmektedir.
İkinci farkındalık yer küreye bakmaktadır. Muhteşem büyüklükteki yörüngesinde üzerindekileri dökmeden, düşürmeden ve sarsmadan seyahat eden küremizin mucizevî yaratılışını zelzele gibi hadiselerle hatırlar, gaflet perdelerini aralayabiliriz. Aslında küremiz binlerce kilometre derinlikteki bir cehennemin üzerindeki ince bir tabakada inşa edilmiş bir cennet mahiyetindedir. Ahiretteki Büyük Cehennem’den yaşadığımız kâinattaki yıldızlar sayısınca dehşetli cehennemlerin küçük bir numunesi olan küremizin altındaki küçük cehennemin varlığının zelzelelerle hissettirilmesinin insanoğlunun ebedi hayat yolculuğu açısından çok önemli mesajları olduğunu yakînen anlarız.
İbrahim-vari (as) dehşetli bir ateşin üzerine bindirilerek Güneş gibi devasa bir cehennemin çevresinde manevra yapan garîb yolcular mahiyetindeki mevcut durumumuzu düşündükçe uzay aracı Messenger’ın Merkür’ün yörüngesinde iken 2-3 Ağustos 2005’te çektiği kısa video aklıma gelir, tefekkürüme gerçeklik ve zenginlik katar. Messenger dünyanın uzaydaki yolculuğuna dair bu görüntüyü çekmeye başladığı anda yerküreye yaklaşık 66 bin kilometre uzaktadır. Yirmi dört saatten fazla süren ancak hızlandırılarak 358 kare ile 11 saniyeye sığdırılan görüntünün sonunda dünya uzay aracından yaklaşık 436 bin kilometre uzaklıktadır.
Dünyayı uzaydan seyredip semazen gibi dönüşünü gördükçe, yerkürede her ân yeniden yaratılan sayısız ilahi nakşı hatırladıkça, sinek kanadından atmosferin tüllerine kadar her şeydeki hikmetli ve sistemli yaratılışı fark ettikçe zerreden zelzeleye kadar hiçbir şeyin nizamsız, gayesiz, tesadüf eseri olabileceğine ihtimal vermek mümkün olmamaktadır. Aziz Üstad dünya kitabındaki muhteşem yazılara karışan insani karalamalar için zelzelenin bir nevi silgi mahiyetinde olduğunu hakikatli ve veciz bir tarzda şöyle tasvir ediyor:
Hem kendini başıboş zannetme. Zira şu misafirhane-i dünyada nazar-ı hikmetle baksan hiçbir şeyi nizamsız, gayesiz göremezsin. Nasıl sen nizamsız, gayesiz kalabilirsin? Zelzele gibi vakıalar olan şu hadisat-ı kevniye tesadüf oyuncağı değiller. Meselâ zemine nebatat ve hayvanat envâından giydirilen, birbiri üstünde, birbiri içinde gayet muntazam ve gayet münakkaş gömlekler baştan aşağıya kadar gayelerle, hikmetlerle müzeyyen, mücehhez olduklarını gördüğün ve gayet âli gayeler içinde kemâl-i intizamla meczup mevlevî gibi devredip döndürmesini bildiğin halde, nasıl oluyor ki küre-i arzın, benî âdemden, bahusus ehl-i imandan beğenmediği bir kısım etvâr-ı gafletin sıklet-i mâneviyesinden omuz silkmeye benzeyen zelzele gibi mevtâlûd hadisat-ı hayatiyesini bir mülhidin neşrettiği gibi gayesiz, tesadüfî zannederek, bütün musibetzedelerin elîm zayiatını bedelsiz, hebâen mensur gösterip müthiş bir ye’se atarlar. Hem büyük bir hata hem büyük bir zulüm ederler. Belki öyle hadiseler bir Hakîm-i Rahîmin emriyle ehl-i imanın fâni malını sadaka hükmüne çevirip ibkà etmektir ve küfran-ı nimetten gelen günahlara kefarettir. Nasıl ki bir gün gelecek şu musahhar zemin, yüzünün ziyneti olan âsâr-ı beşeriyeyi şirk-âlûd, şükürsüz görüp çirkin bulur. Hâlıkın emriyle büyük bir zelzele ile bütün yüzünü siler, temizler. Allah’ın emriyle ehl-i şirki Cehenneme döker, ehl-i şükre “Haydi Cennete buyurun” der.
Sözler, On Dördüncü Söz, Hâtime
Üçüncü farkındalık ise insanın kendi mahiyetine bakmaktadır. Zelzele ne derece aciz olduğumuzu tüm gerçekliğiyle hatta maskelerimizi indirerek göstermektedir. Aslında vücudumuzu hastalıktan titreten bir mikroptan yerküremize çarparak kıyameti koparma ihtimali olan bir kuyruklu yıldıza varıncaya kadar birçok şey acziyetimizi yüzümüze vurur, nefsimizin firavunluk damarlarını taciz eder, gurur ve kibrimizi büker ya da kırar. Acziyet bir dayanak noktası (nokta-i istinad) bulmadığı takdirde korkuya yol açar. Tüm korkuların anası da ölümdür. Ferdî ve nevî ölümlere yol açabilen zelzele bu sebepten olsa gerektir daha fazla korkutur. Zelzele ile merdane yüzleşebilmek ve hatta lezzetli bir hayretle tefekkür edebilmek için Hayy-ı Kayyum ve Kadir-i Zülcelal’in kudretine tam anlamıyla sığınmak ve teslim olmak gerektir. İnsanı aciz bırakıp ölüm ile ürküten ne varsa onlarla da iman kuvvetiyle hesaplaşabilmenin çarelerini aramak elzemdir. Zelzele ekranından yüzünü azametiyle gösteren ölüme karşı Aziz Üstad’ın şu tavsiyesini kulağımıza küpe yapıp kalbimize nakşedecek bir şuur ve imanı kazanabilsek ne güzel olur:
Ölümden ürküp, kabirden korkup başını çevirme. Merdâne kabre bak, dinle, ne talep eder? Erkekçesine ölümün yüzüne gül, bak, ne ister.