DOKUZUNCU SÖZ’deki “namazın çekirdekleri” kavramı namaza yüklediğimiz mana açısından inkişafı için ciddi çaba sarf edilmesi gereken çekirdek mahiyetindedir. Bu çekirdekleri çözdükçe namazın hakikatini –bütünlüğünü ve muvazenesini koruyarak– daha iyi anlamak ve keşfetmek de mümkündür. Namazın üç çekirdeği sanki namaz içinde namaz manasını da ihtiva etmektedir.
Bu yazıda Dokuzuncu Söz’de namazın çekirdekleri olarak tanımlanan “tesbih”, “tekbir” ve “hamd” hakikatleri Mesnevi-i Nuriye’de yer alan Habbe risalesindeki iki “i’lem” çerçevesinde bağ kurularak yorumlanacaktır. (Namazın çekirdeklerini şerh eden iki bakış açısının Habbe risalesinde yer alması da çok anlamlıdır. Birçok hakikat çekirdeğinin yer aldığı bu risaleye Üstad “Kur’an Bahçelerinin Semeratından Tek Bir Meyvenin Çekirdeklerinden bir Habbe” ismini vermiştir.) Bu meseleye girişmeden önce ise Risale-i Nur’da çekirdek ve tohum kavramlarının kullanım zenginliği üzerinde de kısaca durmak istiyorum.
Çekirdek ve tohum
Çekirdek ve tohum hem gerçek hem terim hem de mecaz olarak birçok manayı karşılayan kelimelerdir. Yeryüzünde bitki türleri çeşitliliğinde çekirdek ve tohumlar vardır. Bir biyoloji terimi olarak kullanıldığında canlı hücreleri sayısınca çekirdeklerin varlığıyla karşılaşılır. Bir fizik terimi olarak atomlar sayısınca çekirdeklerin varlığına ilmen şahit olunur. Çekirdek ve tohum “bir şeyin başlangıcı, özü” manasında mecazi olarak da çok daha zengin bir anlam dünyasına sahiptir.
Vakıa suresinde de (56/63) اَفَرَاَيْتُمْ مَا تَحْرُثُونَۜ denilir. Kur’an “Ekmekte olduğunuzu görmez misiniz?” diyerek tohum ve çekirdekler âleminin tefekkürüne ilahi bir davetiye çıkarır.
Risale-i Nur’da çekirdek ve tohum kelimeleri hem gerçek hem de mecazi anlamıyla çok çeşitli tarzlarda yer almıştır. Üstad’ın eserlerinde bazen habbe, çok az da nüve kelimesini tercih ettiği de vakidir. Lakin habbe ve nüve kelimelerinin büyük ekseriyeti hakiki anlamında kullanılmıştır.
Risale-i Nur’da “ömür dakikaları”, “insanın istidatları”, “acbüzzeneb” çekirdek ve tohumlara benzetilmiştir. Eserlerde “terakkiyat tohumları”, “kemalat tohumları”, “müstakbel tohumları”, “hürriyetperverlik tohumu”, “ecnebilik tohumu” ve “anarşistlik tohumu” kullanımları da mevcuttur. Gökyüzünün tarlaya ve yıldızların da tohumlara benzetildiği “o yıldızlar tohumuna müştemil olan semavat” tabiri tohum kelimesinin mecazi kullanımı açısından dikkat çekici bir misaldir. Ayrıca büyük cehennemin (cehennem-i kübra) çekirdeğinin arzın içindeki küçük cehennem (cehennem-i suğra) olduğu hakikati izah edilirken de çekirdek mecazı tercih edilmiştir.
Her bir canlı “kâinatın bir çekirdeği”, insan “hilkat-ı âlemin ille-i gayesi hükmünde olan çekirdeği” ve insanlık da “bir şecere-i bakiyenin cihazatını cami çekirdekmisal bir mu’cize-i kudret-i bahire” olarak tarif edilmiştir. İnsanın kalbi de “şecere-i kâinatın bir manevi çekirdeği” tarzında görülmüştür. Kalpteki iman “manevi tuba-i Cennet çekirdeği” ve “şecere-i tuba-i Cennetin bir çekirdeği” şeklinde tabir edilirken küfür ise “zehirli çekirdek” ve “Cehennemin bir çekirdeği” olarak nitelendirilmiştir. Ene “şecere-i tuba-i ubudiyetin çekirdeği” ve insanın meyilleri de “kesb denilen masdarda çekirdek ve ukde-i hayatiye” olarak ifade edilmiştir. Vicdan “hidayet-i fıtriyenin çekirdeği”nin dikildiği bir tarla olarak vasıflandırılmıştır. Berat gecesinin de “bütün senede bir kudsî çekirdek hükmünde” olduğu vurgulanmıştır.
Bediüzzaman Kur’an’a hizmetkârlığını bir çekirdek olarak görerek ne maddi ne de manevi makam talebinde olmadığını ise şöyle belirtmiştir: “Ben bir hizmetkârım; çekirdek gibi çürüdüm, gittim. Risale-i Nur ise Kur’ân-ı Hakîmin tefsiridir, manasıdır.”
Peygamber Efendimiz’in (a.s.m.) vasıfları içinde “şecere-i kâinatın çekirdeği”, “haşmetli şecere-i tubanın bir çekirdeği”, “şecere-i tuba-i nübüvvetin çekirdeği”, “şecere-i hilkatten bir meyve-i münevver derecesinde ve kalbi o şecerenin hakaik-i esasiyesini istiab edecek bir çekirdek hükmünde olan bir zat” tabirleri de tercih edilmiştir.
Risale-i Nur izah edilirken çekirdek ile tohum arasında tanımlanan “nüans” önemsenir. Öncelikle iki kelime arasındaki nüans olarak her yıl yeniden ekilen bitkilerin tohumu, ağaçların da çekirdeği olduğunu dile getirenler olur. İkinci olarak da toprağa ekilenin tohum, meyvenin içindeki tanenin ise çekirdek olduğuna dikkat çekilir. Peki Risale-i Nur’da bu iki nüans gözetilmiş midir?
İkinci Söz’de geçen “Demek iman bir manevi tuba-i Cennet çekirdeğini taşıyor. Küfür ise manevi bir zakkum-u Cehennem tohumunu saklıyor” ifadesinden hareketle “iman” ve “Cennet” ile “çekirdek”, “küfür” ve “Cehennem” ile “tohum” arasında bir bağ kurulmak istenir. Oysa Bediüzzaman Yirmi Sekizinci Söz’ün en sonunda –İkinci Söz’e de atıfta bulunarak– benzeri bir cümleyi şöyle de kurmuştur: “İman manevi bir cennetin çekirdeğini taşıyor. Küfür dahi manevi bir cehennemin tohumunu saklıyor. Nasıl ki küfür Cehennemin bir çekirdeğidir. Öyle de Cehennem onun bir meyvesidir.” Bu cümlede küfür ve Cehennem ile çekirdek kavramlarının birlikte kullanımından içtinap edilmemiştir. Bu ise asıl hakikatin yanında bahsi geçen lügatî nüansın önemsizleştiğini göstermektedir.
İkinci nüans açısından bakıldığında Risale-i Nur’da tohum toprağa ekilen, çekirdek de meyvenin içinde yer alan nüve olarak mı kullanılmıştır? Eserleri incelediğimizde hem tohum hem de çekirdeğin her iki anlamda da eserlerde geçtiğine şahit olmak mümkündür.
Tohumun toprağa ekilen nüve anlamında kullanıldığı yerlere bazı örnekler şunlardır: “tohumdan neşvünema bulan ağaçlar…”, “Her şeyin vücud-u zâhirîsinden ziyade aslına, nesline ve köklerine ve tohumlarına bakar”, “Bir tohum zahiren ölüp çürüyor fakat bâtınen bir sümbülün hayatına ve yoğurmasına yani cüz’î tohumluk hayatından küllî sümbül hayatına geçiyor.”
Tohumun meyvenin içindeki taneler manasında kullanıldığı yerlere örnekler ise şunlardır; “her meyvede dikkat et, kaç yüz kanatlı mevzun tohumcuk harfler…”, “bütün meyveler ve içindeki tohumcuklar…”
Hakeza çekirdek de hem toprağa ekilen hem de meyvenin içindeki nüve manasında kullanılmıştır.
Çekirdeğin toprağa ekilen anlamında kullanılan yerlere örnekler şunlardır; “Güya onun aslı olan çekirdeği desatir-i icadiyesinin bir mecmuasıdır”, “bozulan çekirdek gibi bir cüz’î telezzüz için kısa bir ömürde, dar bir yerde ve sıkıntılı bir halde çürüyüp tefessüh ederek…”, “melek-i ra’d baharda nefh-i sur nev’inden yağmura bağırması, yer altında defnedilen çekirdeklere nefh-i ruhla müjdelemesi zamanına dikkat et ki…”, “Mesela bir hurma çekirdeği var. O hurma çekirdeği toprak altına konup açılarak koca meyvedar bir ağaç oldu. Hem gittikçe tevessü eder, büyür.”
Çekirdeğin meyvenin içindeki taneler manasında kullanıldığı yerlere örnekler ise şunlardır; “Tek meyve içinde bir tek çekirdek, bir hakikat-i külliye-i daimeye, bir ömr-ü bâki içinde mazhar oluyor”, “Büyük bir ağacın sahife-i a’malini, tarihçe-i hayatını, fihriste-i cihazatını küçücük bir çekirdekte manevi kader kalemiyle yazmak”, “ağacın çekirdek-i aslîsi ve kökü ve müntehasında ve meyvelerindeki çekirdekleri…”
Hasıl-ı kelam Üstad evet kelimeleri özenle seçen ve anlattığı hakikate hizmetkar kılan bir üslup sahibidir. Bu da okuyucularını kelime tercihlerindeki nüansları düşünmeye ve araştırmaya sevk etmektedir. Lakin dikkat etmek gerekir ki Üstad’ın kastetmediği bir nüansı talebeleri onun maksuduymuş gibi göstermesinler ve ince eleyip sık dokusunlar. Bunun için detaylı incelemek, tahkik etmek, karşılaştırmak, telif etmek, bütüncül bir şekilde değerlendirmek vs. elzemdir.
Namazın çekirdekleri: tesbih, tekbir, hamd
Maddi-manevi çekirdekler ehadiyetin bir tecellisidir ve bir fıtrat kanunudur. Çekirdeğin “bütün ağacın cihetü’l-vahdetini tutma”sı sırrı varlık âlemi vüsatinde tecelli etmektedir. Buna binaen her şeyin bir çekirdeği vardır denilebilir; atom, hücre, gezegen, yıldız, kâinat, söz, fikir, iman, ibadet, Kur’an…
Bediüzzaman “Sübhanallah”, “Elhamdülillah” ve “Allahuekber” mübarek kelimelerini namazın çekirdekleri olarak tanımlamıştır. On Birinci Şua olan Meyve Risalesi’nde ise “hem Kur’ân’ın, hem imanın, hem namazın hülâsaları ve çekirdekleri” diyerek bu kelimat-ı mübarekenin daha geniş bir perspektifte değerlendirilmesi gerektiğine dikkat çekmiştir.
Ehadiyet tecellisi “küll”ün mana ve hakikatini “cüz”de toplamak ve özetlemek ister. Esma-i Hüsna’nın nihayetsiz güzel ve mükemmel sayısız tecellilerini tek bir aynada görmek ve göstermek de ister. Mahlûkatın ibadetleri insanın ibadetinde, insanın ibadeti namazında, insanın namazı da namazın çekirdeklerinde hülasa edilmiş denilebilir. Namazın üç çekirdeği vardır ki her biri de farklı bir muhatabiyetin ünvanıdır. Dokuzuncu Söz’de bu muhatabiyetler “celal”e mukabil tesbih (Sübhanallah), “cemal”e mukabil şükür/hamd (Elhamdülillah) ve “kemal”e mukabil de tazim/tekbir (Allahuekber) şeklinde ifade edilmiştir.
“Namazın manası Cenab-ı Hakkı tesbih ve tâzim ve şükürdür. Yani celâline karşı kavlen ve fiilen Sübhanallah deyip takdis etmek, hem kemâline karşı lâfzen ve amelen Allahuekber deyip tazim etmek, hem cemâline karşı kalben ve lisanen ve bedenen Elhamdülillah deyip şükretmektir. Demek tesbih ve tekbir ve hamd namazın çekirdekleri hükmündedirler. Ondandır ki namazın harekât ve ezkarında bu üç şey her tarafında bulunuyorlar. Hem ondandır ki namazdan sonra namazın manasını tekid ve takviye için şu kelimat-ı mübareke otuz üç defa tekrar edilir, namazın manası şu mücmel hülâsalarla tekid edilir.”
Sözler’de çekirdek gibi öz(et) olarak bahsedilen bu hakikatin iki izahını Habbe risalesindeki iki “i’lem” ile birlikte tefekkür etmek anlayışımızı genişletmektedir. Birinci “i’lem”de[1] Bediüzzaman Sübhanallah ve Elhamdülillah kelimelerinin iki farklı bakışa/muhatabiyete/makama tekabül ettiğini vurgulamakta ve “her iki makamı karıştırma” ikazını yapmaktadır. Allah’ın cemal ve rahmetiyle bize yakın (karib) olduğunu yani bizim üzerimizde fail ve müessir bulunduğunu, bizim ise celali sebebiyle Ondan uzak (baid) olduğumuzu yani vazifemizin yalnız geleni kabul etmek bulunduğunu hatırlatarak bu farkındalıkla “Rahmetiyle kurbuna bakarken hamdet. Ondan baid olduğuna bakarken tesbih et” dersini vermektedir. (Sanırım Allahuekber kelimesiyle tercüman olunan kemal de bu iki makamı birbirine karıştırmadan dengeli ve istikametli Mabud-abd muhatabiyetinin kazanılmasıdır.)
Habbe risalesindeki ikinci i’lem’de[2] ise namazın çekirdeklerinin insanın iç dünyasındaki “fayda” ve “istimal mahalleri”ne dikkat çekilmektedir. Sübhanallah’ın kalbe ve hayret duygusuna, Elhamdülillah’ın (nefse ve) lezzet duygusuna, Allahuekber’in de akla (ve taaccüp duygusuna) tercüman olduğu vurgulanmaktadır. Gökyüzündeki muhteşem manevraların hayret içindeki kalbi Sübhanallah ile, yeryüzündeki sayısız leziz nimetlerin ve nimetlerdeki nimetlendirme lezzetinin Elhamdülillah ile, mucizevi yaratılıştaki akılları taaccüp içindeki bırakan durumların da Allahuekber ile teskin edilebildiği dikkatlere sunulmaktadır.
Tüm bu açılımlardan sonra ulaştığım bir nokta daha var: Namazın çekirdekleri olan üç mübarek kelime ruhtaki üç kuvve olan kuvve-i gadabiye, şeheviye ve akliyenin vasat mertebelerinin hissiyatına tercümanlık ediyor ve sırat-ı müstakimin hakikatine tercüman oluyor. Sübhanallah ile kuvve-i sebuiyye-i gadabiye, Elhamdülillah ile kuvve-i şeheviye-i behimiye ve Allahuekber ile kuvve-i akliye-i melekiye tadil ve teskin edilmektedir. Dolayısıyla bu kuvvelerin vasat mertebeleri olan “şecaat” Sübhanallah’ın, “iffet” Elhamdülillah’ın ve “hikmet” de Allahuekber’in halleridir. (Şecaat cesaret, izzet, sabır, şefkat, takva gibi yüksek ahlakı; iffet de hayâ, kanaat, cömertlik, diğerkâmlık, îsar gibi güzel ahlakı; hikmet ise tefekkür, ibret, zikir, iktisat gibi ulvi seciyelerin ünvanıdır) Namaz da bu lisan-ı hal ve lisan-ı kali en celil, cemil ve kamil bir tarzda hakikatinde derç eden cami bir ibadettir. Bu manada bir namaz kainat fabrikasının mahsulatı olan külli tesbih, tekbir ve hamdleri kalp, lisan ve bedenle yüklenerek bil’istidat, bil’iman, binniyet, bilkabul, bittakdir, bil’iştiyak, bil’iltizam, bil’irade Mabud-u Ezeliye takdimi netice veren en ulvi bir muhatabiyettir.
[1] İ’lem eyyühe’l-aziz! Sübhanallah ve Elhamdülillâh cümleleri Cenab-ı
Hakkı celâl ve cemâl sıfatlarıyla zımnen tavsif ediyorlar. Celâl sıfatını
tazammun eden Sübhanallah, abdin ve mahlûkun Allah’tan baid olduklarına
nâzırdır. Cemal sıfatını içine alan Elhamdülillah, Cenab-ı Hakkın rahmetiyle
abde ve mahlûkata karib olduğuna işarettir. Mesela biri kurb, diğeri bu’d olmak
üzere bize nâzır, şemsin iki ciheti vardır. Kurb cihetiyle hararet ve ziyayı
veriyor. Bu’d cihetiyle insanların mazarratlarından tâhir ve sâfi kalıyor. Bu
itibarla insan şemse karşı yalnız kabil olabilir, fâil ve müessir olamaz.
Kezalik –bilâ teşbih– Cenab-ı Hak rahmetiyle bize karib olduğu cihetle ona hamd
ediyoruz. Biz ondan uzak olduğumuz cihetle Onu tesbih ediyoruz. Binaenaleyh
rahmetiyle kurbuna bakarken hamdet. Ondan baid olduğuna bakarken tesbih et.
Fakat her iki makamı karıştırma. Ve her iki nazarı birleştirme ki hak ve
istikamet mültebis olmasın. Lakin iltibas ve mezc olmadığı takdirde her iki
makamı ve her iki nazarı hem tebdil hem cem edebilirsin. Evet Sübhanallahi ve
bihamdihî her iki makamı cem eden bir cümledir.
[2] İ’lem eyyühe’l-aziz! “Sübhanallah”,
“Elhamdülillah”, “Allahuekber” –bu üç mukaddes cümlenin faidelerini ve mahall-i
istimallerini dinle:
1. Kalbinde hayat bulunan bir insan kâinata, âleme bakarken idrakinden âciz,
bilhassa şu boşlukta yapılan İlâhî manevraları görmekle hayretler içinde kalır.
İşte bu gibi hayret ve dehşetengiz vaziyetleri ancak “Sübhanallah” cümlesinden
nebean eden mâ-i zülâli içmekle o hayret ateşi söner.
2. Aynı o insan gördüğü leziz nimetlerden duyduğu zevkleri izhar etmekle, hamd
ünvanı altında in’âmı nimette ve Mün’imi in’amda görmekle idame-i nimet ve
tezyid-i lezzet talebinde bulunarak “Elhamdülillah” cümlesiyle nîmetler
definesini bulan adam gibi nefes alıyor.
3. Aynı o insan mahlûkat-ı acibe ve harekât-ı garîbeden aklının tartamadığı ve
zihninin içine alamadığı şeyleri gördüğü zaman “Allahüekber” demekle rahat
bulur. Yani Hâlıkı daha azîm ve daha büyüktür. Onların halk ve tedbirleri
kendisine ağır değildir.