İnsan bir yolcudur. Aziz, meraklı, vazifedar bir yolcu. Hayat ise uzun bir yolculuktur. Hayat yolculuğu hiç bitmiyor, belki yol aldıkça süratleniyor.
“O yolculuk ise, âlem-i ervahtan, rahm-ı maderden, gençlikten, ihtiyarlıktan, kabirden, berzahtan, haşirden, köprüden geçen ebedü’l-âbâd tarafına bir yolculuktur.”[1]
Hakikaten, yolcu olmayan yok. Her varlığın farklı bir yolu ve yolculuğu var. Zerreler de yolcu, canlılar da, yerküre de, güneş sistemi de, kainât da…
“Vahim olan, yolun yolcusuz olması değil; asıl vahim olan yolcunun yolsuz olmasıdır” der Halil Cibran. Yolcu yolunda olursa yolcudur. Yolcu yola çıkmalıdır, fakat yoldan çıkmamalıdır.
Değişik kısalıkta, genişlikte ve güvenlilikte çok farklı yollar vardır. En işlek yol ise, en kısa, en geniş, en güvenli olanıdır. Sırat-ı müstakim denilen en işlek yol, en büyük cadde (cadde-i kübra) peygamberlerin, sıddîkların, şehîdlerin, salihlerin yoludur.[2]
Hz. Muhammed’in (a.s.m.) yüksek caddesi Sünnet-i Seniyyesidir. Sünnet-i Seniyye, hakikate ulaştıran en işlek istikametli yoldur. Hak ve hakikat arşına yükselen Hz. Muhammed (a.s.m.), asırlara ayrılmış ümmetinin kervanlarına rehberdir.
“Sünnet-i Seniyye edeptir. Hiçbir meselesi yoktur ki, altında bir nur, bir edep bulunmasın.”[3] Fakat Sünnet-i Seniyye sadece edep değildir. Sünnet-i Seniyyeyi şekilci bir bakışla yalnız edepten ibaret zannetmek, çok yüzeysel bir yaklaşımdır. Hakikatte ise Sünnet-i Seniyye, Hz. Muhammed’in (a.s.m.) itikadının, ibadetinin ve edebinin yansıması olan bütün sözleri, hâlleri ve tavırlarıdır.
Hz. Muhammed’in (a.s.m.) Sünnet-i Seniyyesinin ruhu, Hz. Aişe’nin (r.a.) ifadesiyle “huluku’l-Kur’an” olmaktır. Ezeli kelam olan Kur’an, Sünnet-i Seniyye ile ete, kemiğe de bürünüp Hz. Muhammed (a.s.m.) olarak görünmüştür. Hz. Muhammed (a.s.m.) beşeriyette kalmakla birlikte harfi harfine Kur’an hakikatlerini hayatına yansıtmasıyla, Kur’an hakikatlerinin yaşanılır olduğunu ispatlamıştır. Sünnet-i Seniyye, beşerî hayata yansıyan Kur’an’ın en parlak nurudur. Bir beşer gibi aç kalan, sıkıntı çeken, yara alan Hz. Muhammed’in (a.s.m.) ekser hâli harikulade değildir. Eğer her hâli harikulade olsaydı O (a.s.m.) ümmetine her yönüyle gerçek manada imam, rehber, mürşid olamazdı.
Kur’an’ı koruyacağını vaad eden[4] Hafîz-i Zülcelâl, Kur’an’ın büyük caddesinde yolculuk eden tilmizlerini de her türlü dalaletlerden, yoldan sapmalardan korumuştur. Kur’an’ın cadde-i kübrası, Sünnet-i Seniyye rehberliğinde hayatının sonuna kadar terakki yolculuğunu sürdüren –insaniyetini ve kemalatını muhafaza etmiş- milyonlar asfiya, sıddîkın ve evliya ile doludur.
Sünnet-i Seniyye, Allah sevgisinin de ölçüsüdür. Çünkü Allah’a inanan, O’na itaat eder. İtaat yolları içinde en kısa, en istikametli, en güzel, en kâmil olanı ise Sünnet-i Seniyyedir. “De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin”[5] ayetinin hükmünce, Allah ile kul arasındaki sevgi köprüsüdür, Sünnet-i Seniyye. Kul sevgisini en sevimli yol olan Sünnet-i Seniyyeyi takip ederek gösterir. Allah da Sünnet-i Seniyyeyi yaşayarak en sevimli hâle bürünen kulunu Zatına layık bir biçimde sever.
Ahirzamanın karmaşık yollarında Sünnet-i Seniyye rotasını takip etmek çok büyük bir ehemmiyet ve kıymet kazanmıştır. “Fesad-ı ümmetim zamanında kim benim sünnetime temessük etse, yüz şehidin ecrini, sevabını kazanabilir.”[6] Sünnet-i Seniyye temessük, edebe dair bir kısım sünnetleri şeklen yerine getirme manasında cüz’i bir mesele değildir. Belki Hz. Muhammed’in (a.s.m.) itikadı, ibadeti ve edebine dair kemalatını, bütüncül bir şekilde benimseyip, manen sıkı sıkıya yapışıp, hayatı her şeyiyle kuşatan bir sisteme dönüştürmektir. Sünnet-i Seniyye, en başta O’nun (a.s.m.) gibi tahkiki ve tafsilli olarak tevhide, haşre inanmaktır. O’nun (a.s.m.) gibi namazı tüm manasıyla, mirac-ı asgar olabilen huzuruyla kılmaktır. İhlâs, takva, uhuvvet, muhabbet, mahviyet, iffet, şecaat, hikmet gibi güzel ahlakı –imani ve itikadi inkılâbın bir neticesi olarak- fıtri bir şekilde yaşamaktır.
Sünnet-i Seniyye, sırat-ı müstakimdir. Sırat-ı müstakim ise iffet, şecaat, hikmetin mezcinden hâsıl olan âdil, dengeli, ölçülü bir yaşamdır. Sırat-ı müstakim; şehevi kuvvede iffeti, gadap kuvvesinde şecaati, akıl kuvvesinde hikmeti takip etmektir. Hz. Muhammed (a.s.m.) aklı, cesareti, iffeti ve takvasıyla istikametin mihengidir.
Ahirzamanın sarp yokuşunda takva üssü’l-esas olmuştur. İnançsızlığın, ahlaksızlığın hüküm sürdüğü bir asırda en öncelikli mesele kötülüklerden uzak kalabilmektir. “Def-i şer, celb-i nef’a racihtir”[7] prensibince ahirzamanın zorlu şartlarında temiz kalmak, manevi kirlerden arınmak büyük önem kazanmıştır. Binlerce, belki milyonlarca günahın saldırısına maruz bir gencin takva, iffet, günahtan kaçınma niyetini taşımasıyla büyük bir hasenat kazanması mümkündür.
Sünnet-i Seniyyeye temessük etmenin en birinci esaslarından biri iffetli olmaktır. İffet, şehevi kuvvenin vasat mertebesidir. Yemek, içmek, uyumak, konuşmak, evlilik gibi şehevi isteklerde dengeli, ölçülü yaşamaktır. Bediüzzaman’ın ifadesiyle “İffettir ki, helaline şehveti var, harama yoktur.”[8]
Günümüz insanının ve özellikle de gençliğin en büyük problemi iffet, şecaat, hikmet ekseninin yitirilişidir. Korunamayan iffeti hastaneler ve fuhuşhanelerden, kontrol edilemeyen şecaati hapishaneler ve mezaristanlardan, kaybedilen hikmeti kahvehanelerden ve meyhanelerden sormak gerektir.
Sünnet-i Seniyye, güzel ahlak mücevherlerinin dizildiği revnaktar bir gerdanlıktır. Şecaat elmasıyla kalplerini, hikmet altınıyla akıllarını, iffet zümrüdüyle nefislerini zinetlendirenler, ancak Sünnet-i Seniyye madenine rağbet gösterenlerdir.
Gençlik, duygusal gel-gitlerin eksik olmadığı, arayışların yoğun yaşandığı bir dönemdir. Hayat düzeyini yükseltmek ve (gerçek) geleceğe hazırlanmak için gençlikte sürekli değişimler ve yeniden uyum süreçleri yaşanır. Gençlik, sürekli yenilenmektir, tazelenmektir. İnsan olarak, toplumun üyesi olarak, kâinatın parçası olarak bütüncül bir kimlik inşa etmektir. Ebedi hayatın temelleri de bu manada yaşanan bir gençlikte atılır. Sünnet-i Seniyye, gençlik deneyimlerinin, arayışlarının karanlık yollarında doğru istikameti gösteren yanılmaz navigasyondur.
Gençlik, kişisel itikadî ve ahlakî sistemin kurulduğu bir dönemdir. Bu sistem, gelişen kişisel tecrübelerin senteziyle tekâmül eder. Kişisel tecrübelerin gelişmesinde ise derin ilişkiler kurulan rehber kişilikler önem kazanır. Dindar bir gencin itikadî ve ahlakî sistemini sapasağlam bir şekilde kurmasında kılavuzu Sünnet-i Seniyyedir.
“Sizdeki gençlik katiyen gidecek. Eğer siz daire-i meşrûada kalmazsanız, o gençlik zayi olup başınıza hem dünyada, hem kabirde, hem ahirette kendi lezzetinden çok ziyade belâlar ve elemler getirecek. Eğer terbiye-i İslamiye ile o gençlik nimetine karşı bir şükür olarak, iffet ve namusluluk ve tâatte sarf etseniz, o gençlik manen bâkî kalacak ve ebedî bir gençlik kazanmasına sebep olacak.”[9]
[1] Sözler, s. 295.
[2] Nisa 4/69.
[3] Lem’alar, 11. Lem’a, Sünnet-i Seniyye Risalesi, s. 59.
[4] Muhakkak ki zikri (Kur’ân’ı) Biz indirdik. O’nun koruyucuları (da) mutlaka Biziz. (Hicr 15/9)
[5] Âl-i İmran 3/31.
[6] Taberânî, el-Mecmeu’l-Kebîr, 1394.
[7] Kastamonu Lahikası, s. 110.
[8] İşaratü’l İ’caz, s. 29.
[9] Sözler, s. 133.