Mucizevi bir kâinatta yaşıyoruz. Küçük-büyük her şey ve her değişim akılları hayrette bırakıyor. İnsan da bu kainatın bir parçası ve onun içinde apayrı mucizevi bir varlık. Lakin insan hem kendinin hem diğer varlıkların yaratılışındaki harikuladeliğin bilincinde olabilen bir varlık. Öyle ki onun bilincinin nüfuz edemediği ve kuşatamadığı bir varlık alanı söz konusu değil. Bu anlamda insanın varlık bilinci yani varlığın her türlüsünü fark edebilme yeteneği hem duyarlılık hem de kapsayıcılık açısından doruk noktada. İnsan büyük bir merakla zerrelerin içinde de dolaşabiliyor, en uzak gökadaları da seyredebiliyor. Kainatın her bir parçasına ayrı ayrı ilgi duyabilirken bütün varlığı ardında bırakıp zaman ve mekandan sıyrılarak yaratıcısının huzuruna da çıkabiliyor.
Varlık bilincindeki bu son derece duyarlılık ve kapsayıcılık insanın her şeyi tanıma ve anlama azmini tetikliyor. Ancak bu tanıma ve anlama serüveninin bir başlangıcı (daha doğrusu bir merkezi) olmalı. Bu serüvenin başlangıcı ya da merkezi neresi olmalı; kendim mi yoksa dışım mı?
Devamı Açıkdeniz dergisinin 1. sayısında…