İbadetler arasında en fazla rağbet görenidir oruç. Namazını aksatan ya da kılmayan nice Müslümanın oruç ibadetini yerine getirmekte daha fazla sebat ve metanet gösterdiklerine tanık oluruz. Bu rağbetin sebepleri üzerine bir araştırma yapılmış mıdır bilemiyorum fakat biyolojik, psikolojik, sosyolojik ve teolojik birçok sebepler sıralamak mümkündür. Asıl üzerinde durmak istediğim mesele bu olmadığı için sadece bu meseleye dikkat çekmekle yetiniyorum.
Her gün beş defa namaz kılmakla mükellef iken oruç yılda bir ay gibi sınırlı bir süre için emredilmiştir. Orucun diğer ibadetlere göre dünyevi faydaları (mesela perhiz) toplum nazarında daha belirgindir. Nitekim her Ramazan ayında orucun sağlık açısından ne derece faydalı olduğu meselesi güncelliğini sürekli korur. Lakin benim önemsediğim ve üzerinde durmak istediğim mesele ise oruç ibadetinin pek bilinmeyen ya da önemsenmeyen; bu sebeple de hakkında pek konuşulmayan, düşünülmeyen ve hikmetleri araştırılmayan yönlerine ait olacak. Başlıkta da belirttiğim gibi aslında oruç ibadetinin –Kur’an’ın yüzde doksanı olan- iman esasları açısından anlamı, hikmeti ve kıymeti belki de en büyük meselemiz olmalıdır.
İbadetlerin en önemli gayesi iman esaslarını melekeye dönüştürmektir. İnancımızın gereğini hakkıyla yaşamamız ve alışkanlıklarımız ile inancımız arasında oluşabilen boşluklardan ya da çelişkilerden kurtulmamız için ibadetlere muhtacız. İşaratü’l İ’caz tefsirinde iman ile ibadet arasındaki bu hassas denklem şöyle kurulmuştur: “Akaidi ve imani hükümleri kavi ve sabit kılmakla meleke haline getiren ancak ibadettir.”
Bu perspektife göre oruç ibadetinin imanın altı esasını nasıl meleke haline getirdiği üzerine tefekkür etme çabası göstereceğim. Oruç öncelikle imanın birinci esası olan Allah’a imana bakar. Oruç ancak tevhid sırrına dayanmakla anlam derinliği kazanır. Meşru nimetlerden bizi alıkoyan hiçbir engel olmadığı ve kimsenin yanımızda bulunmadığı anlarda dahi yalnız Allah’ın rızasını kazanmak için “iftar et!” emrini bekleriz. “Oruç benim içindir ve onun ecrini ben vereceğim” kudsi hadisinin hatırlattığı orucun ihlas ve tevhid sırlarına mazhar olmaya çalışırız.
Oruç ile Allah’ın Esma-i Hüsnasının tecellilerini de iç dünyamızda hakkalyakin derecesinde müşahede edebiliriz. En başta oruç emrine itaatle Allah, Rab, Mürebbi isimlerinin yörüngelerine kulluk bilincini taşıyarak gireriz. Nimetlerin farkına vararak ve kıymetlerini bilerek Malik, Rahman, Rahim, Mün’im gibi isimlerin tecellilerini daha iyi fark ederiz. Aczimizi ve zaafımızı tam anlamıyla fark ederek Kadir, Muktedir isimlerine ayna oluruz. Orucun bize kazandırdığı sabırla Sabur ve sağlıkla da Şafi isimlerine ayinedarlık ederiz. Bu gibi nice isimlerin marifetullah ve muhabbetullah esrarının orucumuzda derç edildiğine şahit olabiliriz.
İkinci olarak oruç ahirete iman hakikatine de bakar. Öncelikle bu dünyada bize verilen nimetlerin bir numune olduğunu ve asıllarının ahirette ihsan edileceğini yaşayarak öğreniriz. Bu dünyaya yalnız yemek, içmek için gelmediğimizi belki asıl yaratılış gayemizin istidat ve kabiliyetlerimizi, manevi cihazlarımızı ve duygularımızı geliştirmek ve beslemek olduğunu orucumuzun aynasında keşfederiz. Yine oruçla demirden bir vücudumuzun olmadığını ve sürekli taşları eksilerek yıkılan çürük bir bina gibi olduğumuzu bütünüyle hissederiz. Ölümü düşünürüz, ölüme ve ölüm ötesine hazırlanırız. “Reyyan” denilen cennet kapısından girme iştiyakımızı orucumuzun letafetinde buluruz.
Üçüncü olarak oruç meleklere iman hakikatine bakar. Yemek, içmek gibi nefsin süfli arzularından sıyrılıp kabiliyetimizce melekleşiriz orucumuz ile… Oruç ibadeti bize melekler gibi yaşamanın ne demek olduğunu ve ruhani lezzetlerin ne derece ulvi ve elemsiz zevkler olduğunu da hissettirir. Oruç mülkten melekuta geçiş köprüsüdür. Mülk alemine kapatılan her kapı melekut yolculuklarının istasyonu mahiyetine dönüşebilmektedir.
Dördüncü olarak oruç kitaplara iman esasına bakar. Ramazan Kur’an’ın tazelenerek indiği bir aydır. Allah’ın ezeli kelamına muhatabiyetin en özel ve bereketli vaktidir. Oruçla yerçekiminden kurtulup, gökçekimine kapılıp gerçek manada huzura çıkarak Allah’a muhatap olmaya çalışırız. Kur’an’ı, ilk indiği zamandaki gibi –derecemize göre Resul-i Ekrem’den (ASM), Hz. Cebrail’den (AS), Mütekellim-i Ezeli olan Allah’tan işitiyor gibi– vicdanımıza inzal etme melekesini kazanmaya çalışırız.
Beşinci olarak da oruç peygamberlere iman hakikatine bakar. Ramazan-i Şerifte, bütün ömrünü ramazan şuurunda yaşayan peygamberleri de hatırlarız. Onları kemalat arşına çıkaran ubudiyet zinetleri ve kulluk madalyalarının başta namaz ve oruç gibi ibadetler olduğunu yaşayarak görürüz. “Ben benim sen sensin” diyen “ene”lerin firavunlaştığını ancak oruçla enelerini terbiye eden kamil insanların melekleri de geride bırakarak velayet-i kübra makamlarına yükseldiklerini yakinen fark ederiz. Vahye arınmış bir ruhla muhatap olmak için kırk gün oruç tutarak Tur dağına çıkan Musa Aleyhisselam gibi nice peygamberin kulluk sırrını yakalamak için kendi orucumuzun derinliklerinde yeni keşif yolculuklarına çıkarız.
Altıncı olarak ise oruç kadere iman hakikatine de bakar. Kaderimizi yazan kalemin sırlı bir mürekkebi olan cüz’i ihtiyarımızı orucumuzla terbiye etmeye çabalarız. Hayırda eli çok kısa fakat şerde eli Cehenneme kadar uzanan cüz’i ihtiyarımızın avucuna oruç gibi bir “kalkan”ı veririz. Orucumuz ile şeytanlarımızı zincirleriz/kelepçeleriz. Nefis ve şeytanın esaretinden derecemize göre kurtularak hakiki hürriyetin tadını çıkarabiliriz.
Allah bu mübarek Ramazan-ı Şerif’te bizlere Zat-ı Ezelisinden dinliyor gibi Kur’an’a hakkıyla muhatap olmak ve orucumuzun aynasında iman hakikatlerini keşfetme imkanları versin. Amin, milyarlarca amin…