İnsanoğlunun binlerce yıllık geçmişinde gençliği koruma, yaşlanmayı önleme ve sonsuz hayatın sırrını yakalama isteği ve çabası hiçbir zaman önemini kaybetmemiştir. Yaratılıştan gelen bu evrensel ihtiyacın farklı kültürlere ait birçok mitolojilere, destanlara konu olması, toplumları oldukça derinden etkilediğinin bir belirtisidir. Cansız ya da canlı bütün varlıkların yaşlandığı bir dünyada, yaşlanmaya karşı direnen ve hayatın biyolojik devamlılıktan ibaret olmadığını düşünen tek varlıktır, insan.
Sonsuz yaşam kadar, sonsuz gençlik de önemlidir. Bir mitolojik hikayede bu gerçek çok çarpıcı bir şekilde anlatılarak dillere destan olmuştur. Şafak tanrıçası olup rüzgarı, yıldızları ve sabah yıldızını yarattığına inanılan Eos, eşi Tithonos için Zeus’dan ölümsüzlük istemiştir. Fakat, ölümsüz kılınan eşi için sonsuz gençlik istemeyi unutmuştur, Eos. Bu hatasının sonucu olarak yaşlılıktan giderek ufalanan Tithonos için umutsuzluğa kapıldığından eşini çekirgeye dönüştürmek zorunda kalmıştır. Hikaye, mitolojik de olsa bir gerçeğin altını çizmektedir. Sonsuz gençlik olmadan sonsuz yaşamın hiçbir anlamı olmamaktadır.
Yunan mitolojisinde “gençlik pınarı” ve Anadolu destanlarında “âb-ı hayat” olarak karşımıza çıkan kavramlar, hep bu arayışın birer işaretidir. İçene ölümsüzlük verdiğine inanılan bir sıvı olan âb-ı hayat, Farsçada su anlamındaki “âb” ile Arapça’da yaşam anlamına gelen “hayat” kelimelerinden türemiştir. Âb-ı hayat; âb-ı Hızır, aynü’l-hayat, nehru’l-hayat, âb-ı hayvan, âb-ı cavidani, âb-ı zindegi, âb-ı İskender, âb-ı cüvan, bengisu, ing. elixir of life, alm. lebenselexier lebenswasser, fr. eau de fontaine de jouvence gibi isimlerle de ifade edilmiştir.
Geçici olan sevilmez
Sevgi beslenen her şeyde bir devamlılık aranır. Devamlılığı görülmeyen şeyler de gerçek anlamda sevilemez. Oysa, her canlının ölüme ve her varlığın bozulmaya mahkum olduğu bir dünyada yaşanıyor. Geçiciliğin hakim olduğu böyle bir dünyada bir şeylere değer vermek ve sevmek isteyen bir insan şimdiyi yaşamanın, geleceği düşünmemenin ve hayali olarak her şeyin devamlılığını kabul etmenin girdabına düşer. Başka bir deyişle, insan iç dünyasında sevilmeye layık her varlık üzerine sanal bir âb-ı hayat iksiri serptikten ve onu anlam yönüyle ebedileştirdikten sonra değer verebilir, önemser, yüceltir.
İnsanın önemsediği, değer verdiği ve kaybetmekten korktuğu en büyük nimetlerden biri gençliktir. Oysa, rüya gibi bir çırpıda geçen gençlik tadına doyulmadan yerini yaşlılığa bırakır. İnsanın normal ruhsal ve bedensel işlevleri zaman geçtikçe azalır ve yaşlanma başlar. Her insanın yaşlanma hızı farklı olsa da kimse bu zorunlu yolculuğu değiştiremiyor.
Ortalama ömür uzadı, ama…
Bundan önceki asırlara göre ortalama yaşam süresi artmıştır. Bir zamanlar ortalama yaşam süresi 30 yıla düşmüşken, tıbbın gelişmesiyle ortalamanın 70 yıla ulaştığı bir döneme girilmiştir. Birçok kuşağın aynı zamanda yaşayabildiği bir asırdayız. İnsanoğlu ebedi gençlik çeşmesini keşfedemese de, özellikle 1952 yılında DNA’nın yapısının aydınlanmasıyla başlayan gelişmeler sayesinde yaşam süresini uzatmayı başarmıştır. Yaşam süresinin uzaması insanlık için önemli bir başarı gözükse bile, yaşlı nüfusu arttıran bu durum yaşlanma ile ilgili çok daha büyük sorunları ortaya çıkarmıştır.
Araştırmalar, yaşlanmayı yüzde otuz (% 30) genetik özelliklerin, yüzde yetmiş (% 70) yaşam biçimi ile çevresel faktörlerin etkilediğini ortaya çıkarmıştır. Yaşlanmayı önlemeye gücü yetmeyen insanın, yaşlanmayı geciktirme noktasında ise önemli bir etkisi olduğu görülmüştür. Bu yeni bilimsel bulgular ışığında gerçekleştirilen “anti-aging” tedavisi ile sağlıklı/kaliteli yaşlanma pratikleri, bir anlamda ebedî gençliğe duyulan özlemin yansımalarıdır. Gençlik enerjisini yeniden kazandırıp daha sağlıklı ve uzun yaşam sağlamak amacını taşıyan bu gibi tedavi yöntemleri, âb-ı hayat arayışının uzantıları sayılabilir.
Her varlık gibi insanın da öleceğini, fakat kimsenin yaşlanmak istemediğini bilen bilim adamları güzellik ve gençliğin süresini arttırma çalışmalarına gün geçtikçe hız vermekteler.
Özellikle kadınlar üstünde etkili
Yaşlılıkla ilgili fibulin-5 adlı proteinin saptanmasından yaşlı hücreleri gençleştiren FoxM1B adlı genin keşfi; her hücre bölünmesinde bir parçasını yitirmesiyle hücre saati görevini gören ve 50 kere bölündükten sonra daha bölünemediği için hücre ölümüne neden olan “telomeres sarmalı”nı tamir eden “telomerase enzimi”nin bulunması vb. gelişmeler ölüme karşı çözüm arayan insanoğlunun elde edebildiği en son meyvelerdir.
Günümüzü diğer asırlardan farklı kılan özelliklerden birisi de tüketim alışkanlıklarının maniple edilerek paraya tahvil edilmesidir. İşte, her insanda bulunan sonsuz gençlik ve güzelliğe ulaşma duygusu da bundan nasibini almıştır. Kalıcı gençlik ve güzellik vaatleri, özellikle kadınlar üzerinde oldukça etkili olmaktadır. Gençlik vaat eden kremler, serumlar, kozmetik haplar ve estetik ameliyatlarla ruhsal bir rahatlık elde etmeye çalışan kadınların sayısı giderek artmaktadır. Tıp teknolojisinin gelişmesiyle bedende istenmeyen kusur ve lekeler yok edilebiliyor; fakat bu durum, yeryüzünde gerçekleşmeyen ebedi gençlik istek ve çabasını örten perdeleri daha da kalınlaştırıyor.
Hayatı acılaştıran, lezzetleri bozan
İnsanın acizlik ve fakirlik ile ifade bulan iki korkunç yarası vardır. Bu duygular, hayatı acılaştıran, lezzetlerin tadını bozan bütün olumsuzlukların da kaynağıdırlar, aslında. Sahip olunamayan ya da kısa bir zamanda elden kaçan her şey fakirlik yarasını alevlendirdiği gibi, insana zarar veren ya da güç getirilemeyen her şeyde acizlik yarasını ateşlemektedir. Yaratılışa konulan sınırsız ihtiyaçları karşılama arzusu çok zengin olmanın ve sayısız düşmanlardan korunma isteği ise çok güçlü olmanın yollarını arşınlatır. Kısacası, hayatı cehenneme çeviren acizlik ve fakirlik yaralarını tedavi etmek ve cennet gibi bir dünya saadeti yaşamak ideali, tarihin değişik dönemlerinde gençlik/bilek gücü, mücevher/altın/paranın kutsallık kazanmasında etkili olmuştur.
Kısa yoldan ölümsüzleşme
Dinlerin sözünü dinlemeyen insanoğlu, geçici dünyada kısa yoldan zenginleşme ve ölümsüzleşme adına denemedik yol bırakmamıştır. Öyle ki, değersiz madenlerden gümüş yada altın elde ederek zenginleşme ve yaşlılıktan gençliğe dönüşümü keşfetmekle sonsuz hayatı kazanma düşüncesi, insanlık tarihinde “simya” ünvanıyla bir düşünce ve bilgi akımını bile netice vermiştir. Simya bilgisinin kökleri çok eski bir sanat olan tıbba dayanır. Simyanın başlangıç dönemlerine ait en zengin el yazmaları da Çin’de bulunmuştur. Çin tıbbında ölümsüzlük inancı ve yaşam iksiri/bengisu/âb-ı hayat kavramlarının varlığının, bu sanatın gelişmesine büyük bir katkısı olmuştur. İbret vericidir ki, M.S. 820 ve 659 yılları arasında tam altı Çin İmparatoru sonsuza dek yaşama arzusuyla aldıkları iksirlerden zehirlenmişlerdir. Tarih sayfaları, insanoğlunun yaratılışından gelen ebedi yaşama arzusuna ulaşma pahasına nice canların feda edildiği; yine de, ölüm karşısındaki çaresizliğin aşılamadığı sayısız ibret tablolarıyla doludur.
İslam kültüründe ise imanın âb-ı hayat ve kevsere benzetildiğini görürüz. İfrat derecede çokluk anlamına gelen kevser, bilindiği üzere Resul-i Ekrem’e (a.s.m.) ayrılan ve bütün Cennet ırmaklarının kendisinden doğduğu bir nehirdir. Hadislerde sütten beyaz, kardan soğuk, köpükten yumuşak, miskten güzel kokulu ve suyundan içenin ebedi olarak susamayacağı rivayet edilmiştir. Kur’an’ın en kısa suresine de isim olan kevser, surenin kısalığı içinde sınırsız iyiliklerin ve sonsuz nimetlerin müjdesini taşımaktadır.
İmandaki âb-ı hayat ile ruhlar sonsuz hayata mazhar olur ve cansız kainat canlanır, ebediyete layık bir mahiyete bürünür. İman ile her şeyin Baki-i Zülcelal’e bağlanmasıyla, kevser gibi bir âb-ı hayat pınarı kaynar her varlıktan. Varlıklar, Cenab-ı Hakkı tanıtan bir mektup olmakla anlam kazanır, O’nun emirlerini yerine getiren bir memur olmakla ise değer kazanır. Hiçbir varlığın kaybolmak, yok olmak için yaratılmadığı, görünüşte varlık sahnesinden gizlense bile sayısız belleklerde, kader levhalarında varlığının devam ettiği iman nuruyla görünür. Ahirete imanın âb-ı hayat iksiriyle, bütün varlıklar yokluk karanlıklarından kurtulurlar ve taşıyla, toprağıyla her şeyin canlı olduğu bir dünyaya doğru yükselirler.
Genç kalmak isteği, geri çevrilmedi
Vermek istediği için, istemeyi veren Cenab-ı Hak, ebedî genç olma isteğini de geri çevirmemiştir. Her derde devâ ve gerçek lezzet kaynağı olan imanın kutsal iksiriyle gençlik gibi şiddetli sevgiye layık her şeyin ayrılığından kaynaklanan manevî yaraları tedavi etmiştir. Fakat, gaflet, nefsin istekleri, zevk ve eğlenceler o iksirin tesirini zayıflattığı, bazen de ortadan kaldırdığı gerçeğini akıldan çıkarmamak gerekir. Bu sır gereği, imanın kutsal iksirinin tesir etmesi için “tevbe ve istiğfar, duâ ve niyaz”ı elden bırakmamaya azamî dikkat gösterilmelidir.