[I]
Bismillah diyerek başlar Birinci Söz. Ahirzamanın en hayırlı ve hakikatli sözlerinin başına baş olur. Eğer Birinci Söz’ün ilk cümlesi “Her hayrın başı Bismillahtır” şeklinde kurulsaydı en başta kendi hakikatini nakzederdi. Çünkü bu kıymetli hakikati ifade eden veciz cümlenin başı değil, sonu olurdu. Bu sır gereğidir ki Birinci Söz “Bismillah her hayrın başıdır” diye başlar. Bismillah, böylece Birinci Söz’e de besmele olur.
[II]
Sonra “Biz dahi başta ona başlarız” cümlesi gelir. “Onunla” değil “ona” başlarız denir. Onunla ile ona arasında sadece üç harflik bir mesafe vardır, lakin her iki kelimenin manaları arasındaki mesafenin ise nihayeti yoktur. Lâfzen ve zahiren hayırlı işlere Bismillah ile [onunla] başlanır, fakat mana ve hakikat cihetinde ise ancak Bismillah’a başlanır. Çünkü Bismillah “büyük tükenmez bir kuvvet” ile “çok bitmez bir bereket”tir. Bitmez, tükenmez, nihayetsiz bir hakikatin de ancak başı olabilir.
[III]
Bismillah “İslam nişanı”dır. Nişan, hemen ilk akla geldiği gibi yalnız işaret, simge, sembol manasında olmasa gerektir. Belki nişan bir rütbedir ki esarete karşı direnenlere ve hürriyet mücahitlerine verilir. Manevi cihad hizmetlerinin başına konan birer taç gibidir. Nefis ve şeytanın esaretinden kurtuluşun ünvanı mahiyetinde bir manevi istiklal madalyasıdır. Bismillah hürriyet nişanıdır. Bismillah bütün mevcudatın tabiat, tesadüf, kesret ve kesafet istibdadından necatının da işaretidir. Her şey Bismillah ile teneffüs eder, hayatlanır, kıymet kazanır, beka bulur.
[IV]
Bismillah “bütün mevcudatın lisan-ı haliyle vird-i zebanıdır.” Zerrelerden kürelere, ferşten Arşa, dünyadan ahirete her mevcut hâl diliyle her daim Bismillah der. Acziyet dili Bismillah dedirtir. En büyük bir sebebin dahi en küçük bir müsebbebin yaratılışındaki acziyeti onun hâl diliyle besmele çekmesidir. Bir Güneş bir arının zerrecik gözünü dahi yaratamaz, fakat o tek bir gözü yaratan kimse Güneş’i de o yaratır. Bir arının gözünü yaratan bütün canlıların gözlerini ve görme yeteneklerini, belki ışığı ve ışık kaynağı olan Güneş’i, Güneşleri, hatta görüntüler alemininin (âlem-i mubsırat) tamamını yaratan olmalıdır. Bu sebeple Güneş 4,5 milyar yıldır sergilediği acziyet lisanının Bismillah’ı ile serzakirdir. Bu sırdandır ki Bismillah yıldızlardan esir zerrelerine kadar büyük-küçük her mevcudun acziyet derecesinin lisan-ı haliyle zikrettiği en kutsi bir vird-i zebandır.
[V]
Birinci Söz’deki hakikat silsileleri ve simetrileri de göz kamaştırıcıdır. Bir misal verecek olursak:
İşte ey mağrur nefsim! Sen o seyyahsın. Şu dünya ise, bir çöldür. Aczin ve fakrın hadsizdir. Düşmanın, hacatın nihayetsizdir. Madem öyledir şu sahranın Malik-i Ebedî’si ve Hâkim-i Ezelî’sinin ismini al. Ta bütün kâinatın dilenciliğinden ve her hadisatın karşısında titremeden kurtulasın.
Bu cümlede “acz,” “düşman”, “Hâkim-i Ezeli” ve “titreme” kavram silsilesi ile “fakr”, “hacat”, “Malik-i Ebedî” ve “dilencilik” kavram silsilesi arasında bir mana simetrisi vardır. İnsan çok aciz olduğu için kâinatta birçok düşmanı vardır, bu düşmanlara karşı acziyeti sebebiyle daima korkar, titrer ve bunun neticesi olarak da her şeye gücü yeten bir Hâkim-i Ezelî’ye istinad etmeye fıtraten muhtaçtır. Benzer şekilde insan çok fakir olduğu için birçok ihtiyacı vardır, bu ihtiyaçlarını karşılamaktaki yoksunluğu onu manen dilencilik etmeye muztar kılar ve bunun neticesi olarak her şeyin hakiki sahibi olan Malik-i Ebedî’den istimdad etmeye fıtraten muhtaçtır.
İnsan [ın manevi yaraları] | Acz | Fakr |
Kâinat [ın zahiri görünüşü] | Düşman | Hacat |
Allah [ın Esma-i Hüsna’sı] | Hâkim-i Ezelî | Malik-i Ebedî |
Bismillah [ın şifası] | Titreme | Dilencilik |
Bu hakikatler aşikare göstermektedir ki Bismillah her türlü manevi derdin devasıdır. Yani insan hilkaten ve fıtraten Bismillah’a her daim muhtaçtır. Bismillah öyle bir iksir ve öyle bir tiryaktır ki onda Esma-i Hüsna ve tecellileri sayısınca nurlar, sırlar, devalar, şifalar vardır.
[VI]
Birinci Söz’deki edebi sanatlar da harikuladedir. Mesela aşağıdaki cümlede telmih sanatı -hakikat silsilesi ve mana simetrisi muhafaza edilerek- ne kadar mükemmel bir şekilde kullanılmıştır.
En güvendiğin salâbet ve hararet dahi, emir tahtında hareket ediyorlar ki o ipek gibi yumuşak damarlar birer asâ-yı Musa (AS) gibi فَقُلْنَا اضْرِبْ بِعَصَاكَ الْحَجَرَ emrine imtisal ederek taşları şakk eder. Ve o sigara kâğıdı gibi ince nazenin yapraklar birer aza-yı İbrahim (AS) gibi ateş saçan hararete karşı يَا نَارُ كُونِى بَرْدًا وَ سَلاَمًا âyetini okuyorlar.
Telmih sanatı estetiğiyle peygamber mu’cizeleri ile kudret mu’cizeleri arasındaki mesafe ortadan kaldırılmıştır. Teşrî ayetlerde nakledilen peygamber mu’cizelerinin benzerlerinin tekvini ayetler denilen kudret mu’cizelerinde de cereyan ettiği hatırlatılmıştır.
Salâbetin en zayıf hallerinden biri ipektir. Ağaçların kökleri ve yumuşak damarları ipeğe benzetilmiştir. Hammaddesi odun olan yumuşak damarın sert taşı parçalamasının peygamber mu’cizelerindeki çağrışımı asa-yı Musa’dır (AS). Hz. Musa (AS) elindeki odun değnek ile vurduğu taşlardan –izn-i İlahi ile- on iki çeşme su çıkarmıştır. Yumuşak kökler de birer sondaj makinesi gibi yerin derinliklerinden ağacın metrelerce yüksek en ince dallarına kadar suyu pompalarlar. Bu ünsiyet edilmiş hadisenin hakikat cihetiyle Hz. Musa’nın (AS) mu’cizesinden bir farkı yoktur. Bu her şeye mu’cize nazarıyla bakış açısı Birinci Söz’ün okuyucusuna kazandırdığı muhteşem bir Kur’anî nazardır. Aynı hakikat ince nazenin yapraklar ile aza-yı İbrahim (AS) arasında kurulan ilişki için de detaylandırılabilir.
Kudret [in tecellileri] | Salâbet | Hararet |
Zaafiyet [simgeleri] | İpek | Sigara kâğıdı |
Mevcudat | Yumuşak damarlar | İnce nazenin yapraklar |
Mu’cizat [-ı enbiya] | Asa-yı Musa (AS) | Aza-yı İbrahim (AS) |
Ayât [-ı Kur’aniye] | فَقُلْنَا اضْرِبْ بِعَصَاكَ الْحَجَرَ | يَا نَارُ كُونِى بَرْدًا وَ سَلاَمًا |
[VII]
Bazen en iyi bildiğimizi düşündüğümüz bir kelimede bile birçok sırlı hakikatler saklı olabilir. Mesela aşağıdaki cümlede geçen “fiat” kelimesi üzerinde biraz düşünelim…
Mün’im-i Hakikî bizden o kıymettar nimetlere, mallara bedel istediği fiat ise üç şeydir. Biri zikir, biri şükür, biri fikir’dir.
Fiat kelimesi halk arasında “değer, eder, paha” manalarında kullanılır. Peki, Birinci Söz’de de bu manada mı kullanılmıştır? Yani yukarıdaki cümleyi “kıymettar nimetlere bedel istediği paha…” manasında mı okumalıyız?
Fiat kelimesinin hızlı bir etimolojik incelemesi yaptığımızda wfy kökünden geldiğini fark ederiz. Yani “fiat” ile “vefa” kelimeleri aynı kökten gelmektedir. Vefa ise “sözünü tutma, borcuna sadık olma, görevini yerine getirme” manalarını ihtiva eder.
Bu iki kelime arasındaki akrabalığı hatırda tutarak tefekkür ettiğimizde şu tespitte bulunabiliriz. Aslında Bismillah bir vefa göstergesidir. Yoksa zikir manasında besmele nimetlerin gerçek karşılığı değildir ve olamaz. Çünkü en küçük bir nimet yaratılışı için dahi Güneş Sistemi gibi büyük bir fabrikanın işletilmesine ihtiyaç vardır. Bu sebeple Bismillah diyerek insanoğlu ancak vefasını, sadakatini gösterir ve borçluluğunu ilan eder.
Bir başka nüansa da dikkat çekerek sözlerimize son verelim. Üç vazifeden/fiattan biri olan “fikir” vazifesi Birinci Söz’ün son bölümünde aşağıdaki şu cümlelerle özetlenmiştir:
Ortada, bu kıymettar harika-i san’at olan nimetler Ehad-i Samed’in mu’cize-i kudreti ve hediye-i rahmeti olduğunu düşünmek ve derketmek fikirdir.
Cümle tamamlanırken fikir, hem “düşünmek” hem de “derk etmek” ile nitelenmiştir. Düşünmek zahiren yeterli iken, niçin derk etmek gibi bir kelimeye daha ihtiyaç duyulmuştur? Herhalde bunda yeni bir kelime öğretmenin ötesinde bir maksat olsa gerektir. Hakikatin eksik kalan bir ciheti nazara arz ediliyor olmalıdır.
Bazı ağabeylerimizin dediği gibi “burada iç lügatçe var” diyerek aklımıza gelen ilk manalarla yetinsek daha sadıkane bir hareket tarzı olmaz mı? Yine de biz biraz düşünelim, araştıralım ve bakalım “derk etmek” ne demekmiş?
Derk etmek ve idrak, darak درك masdarından türetilmiş kelimelerdir. Darak ise “Ulaşım, varma, bir şeyin en dip noktası, dereke” manalarına gelir. İdrak ve derk etmek ise “Bir şeyin sonuna veya dibine ulaşma, erme, bir şeyi tam olarak kavrama, anlama” manalarına gelir. Evet, herkes düşünebilir, fakat ancak bazıları derk ve idrak eder.
Allah fikriyatımızı ve tefekkürmüzü derk etme mertebesine yükseltsin ve hakikat okyanusunun gavvas dalgıçları gibi en derin mana cevherlerini çıkaracak bir idrak seviyesini bizlere kazandırsın. Âmin.
Not: Kelimelerin etimolojik manaları için http://www.etimolojiturkce.com sitesindeki bilgilerden faydalanılmıştır.