Men allemenî harfen sirtu lehu abden (Kim bana bir harf öğretirse onun kölesi olurum)
İhtişamlı çağrışımlarıyla çok etkileyici bir söz. Çoğu kişi bu sözü Hz. Ali’ye (RA) nispet eder lakin ona ait olmadığını savunanlar da eksik değildir.
Malum, bir sözün anlamını derinleştiren dört hakikat var; mütekellim, muhatap, makam, maksat (yani; kim söylemiş, kime söylemiş, ne makamda söylemiş, ne maksatta söylemiş).
Bu muhteşem söz de ancak Hz. Ali’ye (RA) nispet edildiğinde yüksek anlamlar kazanarak elmaslaşır. Aksi halde öylesine sıradanlaşır ki hatta düz mantık sahiplerinin tezgahlarında cam parçaları gibi kıymetsizleşir. Tek bir harf öğretene köle mi olunur denilerek abartı damgası vurulur. Ya da ilim öğrenmenin önemine dikkat çeken mecazi bir ifade olduğu yargısına varılıp basit yüzeysel bir anlam ile yetinilir.
Hz. Ali (RA), “Ben ilim şehriyim ve Ali de kapısıdır (Ene medinetü’l ilmi ve Aliyyü babüha)” hadisine mazhardır. Bu sebeple Hz. Ali (RA) ancak ilim şehri olan Zat’ın (ASM) ilminin kölesidir yani talebesidir. Başka bir açıdan, “Kim bana bir harf öğretirse…” sözünde hem bir istiğna hem de bir meydan okuma vardır. Hz. Resul-i Ekrem’e (ASM) talebe olan birinin başkasından öğrenmesi gereken “tek bir harf” bile eksik kalmamıştır. Hz. Ali (RA) bu sözüyle manen, “İlmine güvenen, cesareti olan varsa haydi ortaya çıksın ve yeni bir şey öğretsin bakalım öğretebilirse…” demektedir.
Hz. Ali’nin (RA) veciz sözündeki “allemenî harfen” tabiri Hz. Yusuf’un (AS) “allemenî Rabbi (Rabbim bana öğretti. Yusuf 12/37) ifadesini de anımsatır. Yani asıl ilim Alim-i Ezeli olan Allah’ın öğrettiklerini öğrenmektir. Vahyin ezeli sözlerinden tek bir harfin ilmi fani ve beşeri olan her bilgiden çok daha kıymetlidir.
Bazı harfler zahiren tek harf de olsalar bir kitap kadar manalar ifade eder. Mesela Kur’an’ın ilahi şifreleri olan “huruf-u mukattaa” harflerinin engin ve zengin manaları ancak Peygamber Efendimiz’in (ASM) ve onun ilmine varis olanların keşifleriyle anlaşılır. Öyle ise huruf-u mukattaa gibi esrarlı harfleri öğreten ilim efendilerinin kölesi olunursa ancak bu büyük bir ayrıcalık ve şeref olur.
Vahyin çekimine girmek öyle şerefli bir köleliktir ki Kur’an’ın “tek harf”inin “tek nükte”sine canını vermek derecesinde bir fedailiği netice verir. Birinci Dünya Savaşı’nda İşaratü’l İ’caz tefsirini yazarken –cepheyi de medreseye dönüştüren– Bediüzzaman Said Nursi’nin Kur’an muhatabiyetinde bu yüksek mana hakimdir.
Mesela harp içinde, avcı hattında, düşmanın top gülleleri arasında Kur’an-ı Hakîm’in tek bir ayetinin, tek bir harfinin, tek bir nüktesini tercih ederek, o gülleler içinde Habib katibine “Defteri çıkar” diyerek at üstünde o nükteyi yazdırmış. Demek Kur’an’ın bir harfinin, bir nüktesini düşmanın güllelerine karşı terk etmemiş, ruhunun kurtulmasına tercih etmiş.
“Allemeni harfen” ifadesi “mana-i harfi” bakışını da çağrıştırıyor. “Harfen”deki tenvin Hz. Ali’nin (RA) kastettiği “harf”in bilenen manada bir harf olmadığının remzidir. Kur’an’ın ve Resul-i Ekrem’in (ASM) zeki bir talebesi olan Hz. Ali (RA) bu veciz sözüyle Kur’anî olan özel bir bakışın önemine dikkat çekiyor gibidir. Bu bakış ise mülkten (kesret) melekutu (vahdet) tefekkür etmeyi kazandıran imanî bir bakıştır. Kainatta yaratılan her şeyin birer harf gibi olduğunu, kendi başına bir anlam taşımadığını ancak Esma-i Hüsna’nın tecellileri ve izleri olmakla nuranî anlamlar kazandıklarını fark etmektir.
Hasılıkelam ezeli kelamın harflerinin kölesi olan öyle zatlar vardır ki ilim dünyasının efendileri, şahları, sultanlarıdır.