0 0
Read Time:3 Minute, 55 Second

HAK DİN ile BİLİM arasında herhangi bir gerilim, tenakuz, çatışma söz konusu olabilir mi? Eğer bilim yaratılış kanunlarını kâinat kitabından okumak çabası ise böyle bir şeyin olması mümkün değildir. Yaratılış kanunları Allah’ın tekvini ayetleridir. Hak din ise vahiy yani Allah’ın ezeli sözleri olduğundan teşrii ayetlerdir. Öyle ise Allah’ın her iki ayetinin birbiriyle çelişmesi düşünülemez.

Hak din kâinattan bahsederken (doğru sözlü) bilimler gibi bahsetmez. Çünkü bilim beşeri ve dünyevi bir gözle kâinata ve varlıklara cüz’i bir perspektiften bakar. Hak din ise öncelikle Allah’ın varlığını ispat için külli ve uhrevi bir bakışla varlıklardan bahseder. Buna binaen her iki bakış arasında derin farklılık vardır. Yaratılıştan bahseden ayetler bilimsel bilgi vermek amacıyla değil insanın yaratılışı ve yaratılışını düşünüp yaratıcısını tanıması, onun her şeyi ve özellikle de insanı ikinci defa dirilteceğine iman etmesini sağlamak içindir.

Asıl mesele yeryüzündeki altı milyar insan gibi her bir insanın doğumuyla birlikte hayatının her anında sürekli olarak kimin tarafından inşa edildiğidir. Her insanın buna dair iki ana cevabı vardır: yaratıcı ya da tesadüf. Bu cevap aynı zamanda kâinatı da kimin yarattığına dair verilen cevabı netice vermektedir. Evrim teorisi ikinci cevabın türevlerindendir. Evrimcilik, kâinatı bir yaratıcının yaratmadığı ve her şeyin olağanüstü tesadüf zinciriyle oluştuğu varsayımının bir sonucudur. Günümüzde evrimcilik ateizmin bir kalkanı olarak özellikle “bilim” dünyasında rağbet görmektedir. Bu teorinin temsili şöyledir: Çölün ortasında muhteşem bir sarayın nasıl oluştuğunu araştıran biri eğer en başta bir ön kabul ile bir sultanı ve bir mühendisi kabul etmezse yapının oluşumunu çöldeki kum taneciklerinin tesadüfen birleşimi ve değişimiyle açıklamak zorunda kalacaktır. Mesela Selimiye Camii’nin Mimar Sinan’ın muhteşem bir eseri olduğunu inkâr eden bir ahmak basit, cansız ve şuursuz taş duvarların hatta kum tanelerinin tesadüfler silsilesiyle harika ve sanatlı bir mimari bütünlük oluşturarak muhteşem bir camiye evrildiklerini savunmak zorunda kalacaktır.

Günümüzde bir yaratıcıya inanan bazı insanlar “Allah isterse evrimle yaratabilir, öyle ise bu teoriye temelden karşı çıkmayalım” demektedir. Bu gibi düşünceleri ele alırken iki kritik ilkeyi göz ardı edemeyiz: Birincisi “imkanatı vukuata karıştırmamak”, ikincisi de “imkân-ı vehmiyi imkan-ı akli ile karıştırmamak”. Birinci ilkeye göre Allah’ın kudretinin büyüklüğünü gösterdiğini zannettiği bir tarzı gerçekmiş gibi kabul etme sorunudur. Oysa Allah insanoğlunun vehmini ve cüz’i aklını kâinata mühendis kabul etmiş değildir. Kesin delillere dayanmayan hayallerin hiçbir anlamı yoktur. Diğer taraftan hangi bilimsel kanıtlara dayanırsa dayansın yine de insan dar aklıyla birçok şeyi tam olarak anlamaktan aciz kalmakta ve bu anlayışını sürekli tashih etmek zorunda kalmaktadır. İkinci ilkeye göre ise herhangi bir delile dayanmadan, sırf ihtimaller ve hayallere gerçeklik elbisesi giydirmenin ise ne sonu vardır ne de mantıksal bir tarafı. Oysa bir şeyin aklen mümkün olması için çürütülemez delillere dayandırılması gerekir.

En dikkate şayan olan ise hangi zaman ve mekânda olursa olsun yaratılan tüm canlı bedenlerinin ruhlarıyla uyumlu olması hakikati Fatır, Halık ve Hayy-ı Kayyum bir yaratıcının varlığının sayısız delilleri olmaktadır. Yani asıl olan ruhtur, beden ise ruhun sürekli yenilenen evidir. Cenab-ı Hak her daim ruhlara münasip bedenler inşa etmektedir. Şu an yeryüzünde insan, hayvan ve hatta bitki türleri sayısınca eşsiz bedenler inşa edilmekte ve bu yaratılışta ise en küçük bir acemiliği, karışıklığı, ihmali, füturu işaret eden herhangi bir tesadüften eser yoktur.

Ayrıca evrimciliğin iddia ettiği gibi basit canlı yoktur. Her canlı hatta cansızlar bile yaratılış amacına en uygun şekilde mükemmel ve son sistemde yaratılmıştır. Mesela bir sinek bir maymundan daha az gelişmiş değildir. Tek hücreli bir canlı trilyonlarca hücreden meydana gelen hayvandan daha basit değildir. Hatta mikroskobik canlılar cismen büyük olanlara kıyasla daha hassas bir ruh ve duygulara sahiptirler. Hiçbir şey basit olmadığı, her şey yaratılış gayesine uygun kompleks bir mahiyette yaratıldığı için evrim tahayyülünde cüz’i bir hikmet bile söz konusu değildir.

Fatır-ı zülcelal her insanı –biyoloji biliminin tabiriyle– zigot, marula, blastula gibi safhalardan geçirerek trilyonlarca hücreden meydana gelen bir organizmayı netice verecek bir süreçle anbean yaratıyor. Daha sonra –bu dünyada– çocukluk, gençlik, olgunluk, yaşlılık gibi hayat mertebelerinden geçiriyor. Halık-ı zülcemal isteseydi ve hikmeti gerektirseydi sonsuz kudretiyle her bir insanı da hayatı boyunca –aklımıza, hayalimize gelen ya da gelmeyen– biyolojik süreçlerden geçirebilirdi ama öyle yaratmadı, yaratmıyor. Yeryüzünde milyarlarca insanın ruhunun ve mahiyetinin şerefine yaraşır bir bedenle intizamlı yaratılışında sayısız hikmetler var elbette. Dolayısıyla müminler imkân ve ihmallere göre değil vukuata göre düşünür, hikmetleri keşfetmeye ve yaratılış amacımızı gerçekleştirmeye çalışır. Delile dayanmayan –cerbezelerle mantıklı ve tutarlı gösterilmek istenen– ihtimaller sonsuzdur oysa delile dayanan hakikat ise tektir. Hak din her şeyin yaratıcısının her şeyi nasıl ve niçin yarattığından bahsetmektedir. Yaratıcıyı inkâr eden ateist, maddeperest, esbapperest, tabiatçı felsefe ise bir yaratıcı olmadan kâinatın ve canlılar âleminin nasıl oluşabileceği ihtimallerinin kurgusuyla meşguldür.

Hasıl-ı kelam cüz’i akıl, göz vesair duygu ve yetenekleri, sınırlı zaman ve mekan algısının farkındalığıyla insanoğlu haddini bilerek tefekkür etmeli, kesin ve mutlak bilgi iddialarının tamamında yediği ilmi tokatlardan, cehalet tarihinden her daim dersler çıkarmalıdır.

Happy
Happy
0 %
Sad
Sad
0 %
Excited
Excited
0 %
Sleepy
Sleepy
0 %
Angry
Angry
0 %
Surprise
Surprise
0 %