İHLÂS büyük bir sır…
Sır ihlâsla tasaffi ediyor, en duru ve en berrak halini alıyor; ihlâs da sırla daha bir sırlanıyor, ulvileşiyor…
Tevhid ve ehadiyet hakikatleri tecelli ettikçe ve sırlandıkça ihlâs da kemaline eriyor…
Tevhidin ehadiyet tecellileri sır ve ihlâsı birbirine kalbediyor; sırrı ihlâsla, ihlâsı da sırla boyuyor; bir gizemli sıbgalanış…
Sır ve ihlâs ya da sırr-ı ihlâs üzerine yazmalı mı veyahut yazılabilir mi, mütehayyirim. Zira kendisinden bahsettikçe ve ifşa etmeye çabaladıkça uzaklaşan, gizlenen bir hakikat…
Nur satırlarında da “sırr-ı ihlâs” ya da “ihlâs sırrı” terkibi çokça kullanılır. Özellikle Nur mesleğinin “ehemmiyetli bir esası”nın “ihlâs sırrı” olduğu ısrarla vurgulanır. Buna binaen ihlâs ve sır kelimelerinin beraber zikredilişi –takdir edilir ki– gelişigüzel değildir. Zira ihlâs arşına yolculuk sır kapısından başlar ve sırlanmadan ihlâs yolunda süluk etmek müşküldür.
İhlâsın sırrına dair kâmil insanların birçok güzel tarifi vardır. Bunlar arasında en beğendiğim tariflerden biri de Cüneyd-i Bağdadi’ye (ks) ait olanıdır. Hazret bu yüksek ahlakı tarif ederken ihlâsın harikulade bir sır oluşunu şöyle dile getirir:
İhlâs Allah ile kul arasında öyle bir sırdır ki melek bilmez ki yazsın, şeytan bilmez ki bozsun, heva bilmez ki eğsin.
Cüneyd-i Bağdadi (ks) bu ifadesiyle ihlâsın Allah ile kul arasında özel bir sır olduğunu ve üçüncü bir şahsa –ne melek ne şeytan ne nefsin hevası ne de başka bir şeye– hakikatini kapadığını etkileyici bir üslup ve veciz bir tarzda beyan etmiştir. Bu muhteşem ve berrak tarifin her zikrinde ihlâsın gerçekten sırrına ermiş bir insan-ı kâmilin nişanı olması cihetiyle hazrete olan hürmet ve hayranlığımı derinleştirmiştir. Geçen gün okuduğum bir hadis-i kudsi Bağdadi’nin (ks) ihlâs tarifindeki belagat ve hikmetin kaynağını keşfetmenin şevk ve sürurunu yaşattı. Resul-i Ekrem aleyhissalatü vesselam bir kudsi hadisinde ihlâsın eşi benzeri olmayan bir ehadiyet tecellisi olduğunu şöyle belirtiyordu:
İhlâs Benim ile kulum arasında mukarreb (yaklaştırılmış) meleğin ve gönderilmiş (mürsel) peygamberin kavrayamayacağı bir sırdır. Ben cemal ve celal sıfatlarımın tecellisiyle ihlâslı kullarımın kalplerini süslemeyi üstlenirim. (Iraki, Muğni, IV, 376)
Bu kudsi hadisteki “mukarreb melek” ve “mürsel peygamber” ifadeleri Allah ile kul arasındaki muhatabiyetin iki asli unsurunu hatırlatmaktadır. Zira Mütekellim-i Ezeli beniâdemle vahiy vasıtasıyla konuşurken Hz. Cebrail’i (as) ve peygamberlerini perde kılmaktadır. Ayrıca her insanın amellerini kaydeden dolayısıyla âşikar-gizli her halini gören ve bilen Kiramen Kâtibin melekleri de vazifelendirilmiştir. Bu hakikatlere rağmen ne meleklerin en büyüğü ne de insanoğlunun en üstününün dahi kalplerdeki ihlâsı kavrayamayacağı ve ihlâsın ancak Allah’ın bildiği bir sır olduğu hadis-i kudside vurgulanmaktadır.
Hadis-i kudside dikkat çeken bir husus da ihlâsın yalnız cemali ya da yalnız celali tecelliler değil hem cemali hem de celali tecellilerin yansıması olduğunun ifade edilmesidir. İhlâs Allah’tan gelen her şeye –cemalî/celalî ne olursa olsun– razı olmaktır. Zira bütün isimleri güzel olandan çirkin bir şey, bütün sıfatları kudsi olandan eksik bir şey gelmeyeceğini bilerek ve inanarak Allah’a muhatabiyettir ihlâs. Bu manadaki farkındalıkla Allah’a muhatabiyet ise ilahi bir ihsan ve hadis-i kudsinin de vurguladığı gibi “kalbin süsü”dür.