Hicr suresinin son iki ayetinde (15:98-99) ölüm (yakîn) gelinceye kadar Rabbimize tesbih, hamd ve secde edenler olarak kulluk etmemiz emredilir. Namaz başta olmak üzere ibadetlerimizde ve ayrıca hayatımızın günlük akışında bu vazifeleri yerine getirebilmemiz için çok çeşitli imkânlarımız olur. Hayatımızın akışında bu kulluk vazifelerini yerine getirebilme imkânlarımızdan en sarsıcı olanı ise başkasının ölümüne tanıklık etmemizdir. (Bu bağlamda Alman filozof Heidegger’in insanı “ölüme-doğru-varlık” [sein-zum-tode] olarak tanımlaması ve Fransız filozof Levinas’a göre deneyimlenen ilk ölümün başkasının ölümü olduğunu vurgulamasının altını çizmek isterim.) Özellikle şahit kılındığımız ölüm yakın akraba ve dostlarımızın ölümleri ise bu bizi daha fazla sarsar. Bilhassa en yakınımızdan birinin vefatına şahitliğimiz bir taraftan ruhumuzu derinden etkilerken diğer taraftan ise tesbih ve hamd vazifelerini yerine getirebilmemiz için önemli ve kıymetli bir fırsatımız olur.
2024’te önce annemin (17 Ocak) ve ardından da amcamın (29 Ağustos) beka diyarına göçleri ölüm hakikatini anlamlandırma sürecime yeni bir merhale daha ekledi. Koronavirüs salgınında babamın vefatıyla (18 Aralık 2020) bir insanın ölümü bir başkasını da nasıl manen öldürür, sanırım bu sırrı bir nebze kavramıştım. Aziz Üstad’ın yıllarca okuduğum “merhume validemin vefatıyla hususî dünyamın yarısı, onun vefatıyla vefat etmiş” ifadesinin derinliklerini bir derece anlayabilmem için benim de benzer süreçleri deneyimlemem gerekmişti.
Bir evlat için ebeveyninin ölümlerine tanıklığın çok sayıda hikmetleri var ama diğer taraftan bu derdi yüklenmenin zorlukları da bulunuyor. Şükür ki elimizde ölüm derdinin şifası olan Kur’anî ilaçlar var. Üstad’ın “Ahirete iman geldi, gözünü açtırdı ve perdeyi kaldırdı” tavsiyesiyle iman, marifetullah ve esma-i hüsnanın nurları nazarıyla ölüme ve kabre bakabilme nimetine sahibiz. Bu süreçte Üstad’ın tavsiyesi bir yandan gönlüme su serperken öte yandan namaz tesbihatı olarak zikrettiğim İsm-i Azam duasını ölüm hakikatiyle ilişkilendirerek tefekkür etme arzumu da harekete geçirdi. Bu yazıda tesbihatımdaki cüz’i ve kusurlarla malûl tefekkürümü kısaca paylaşmak istiyorum.
“Ya Cemilü ya Allah, ya Karibü ya Allah, ya Mucibü ya Allah…”
Allah, Cemil’dir. Zatı güzeldir; sıfatları, isimleri ve fiilleri de güzeldir. İsimleri ve fiilleri güzel olduğu için bütün tecellileri de, eserleri de güzeldir. Bir çirkinlik varsa o da bizim fiillerimize ve anlayışımıza aittir. O’ndan gelen her şey güzel olduğu için hayat da güzeldir, ölüm de. Ölüm de güzeldir zira bir yok oluş değil ebedi bir hayatın başlangıcıdır, dostlar meclisine kavuşmaktır.
Allah, Karib’dir. Varlıklar O’ndan uzak olsa bile O her şeye her şeyden daha yakındır. Bize de şah damarımızdan daha yakındır. Yani bize bizden, ruhumuzdan ve canımızdan daha yakındır. O, bizi bizden daha iyi bilir, sever, kıymet verir, ödüllendirir. Ölüm ise O’na yakınlaşma yolculuğumuzun kritik bir istasyonudur. Gurbetimizin, uzaklığımızın bir merhalesini aşmak ve O’na biraz daha da yakınlaşmaktır.
Allah, Mucib’dir. Bütün dualara, isteklere, taleplere her daim cevap verir. Bu cevap verişler bazen isteklerin benzeri bazen ise daha hayırlısı olur. Bazı isteklere çok hızlı cevap verilir, bazıları geciktirilir ve bazıları da ahirete tehir edilir. Lakin hiçbir dua ve istek cevapsız bırakılmaz. Ölüm, ertelenen ama merakla beklenilen tüm cevapların veriliş sürecinin başlangıç ânıdır. İnsan başıboş değil, toprak altında unutulmayacak. Aradığı, merak ettiği, istediği ne varsa hak ettiği tarzda onu bulacaktır.
Allah, Habib’dir. Sevgi ve muhabbete en layık olan O’dur. Bütün sevgiler O’nun sonsuz sevgisinin zayıf bir gölgesidir. Ölüm yokluk ve çürümek değildir ki nefret edilecek bir durum olsun. Bilakis ölüm iman sahipleri için ebedi, muhteşem ve huzurlu bir hayatın başlangıcı olduğundan çok sevimlidir. Başta Resul-i Ekrem aleyhissalatü vesselam olmak üzere sevimli insanlarla dolup taşan berzah diyarı ve ebediyet âlemi istikametindeki bu esrarengiz yolculuk korkulası değil heyecan duyulası bir serüvendir.
Allah, Hannan’dır, Rauf’tur ve Atuf’tur. Sonsuz bir şefkat, merhamet ve rahmet sahibidir. O’nun eşsiz şefkat ve merhametinden daha fazla ne şefkat ne de merhamet edilebilir. Ölüm de çok büyük bir rahmettir hayat gibi… Zira rahmetin en güzel ve muhteşem tecellilerinin görüldüğü bir saadet diyarına davettir. Bizi bizden daha iyi tanıyan ve daha çok seven çok şefkatli, merhametli Rabbimizin eşi benzeri olmayan nimetlerine kavuşma yolculuğumuzun önemli bir istasyonudur.
Allah, Maruf’tur. Her şey kendi diliyle O’ndan bahseder, kendi kabiliyetince O’nu tarif eder. Varlıklar hatta zerreler sayısınca marifetullahın şahitleri, onların hareketleri ve halleri miktarınca şahitlikler vardır. Ölüm de bir şahitliktir. Canlılar ölümleriyle yalnız Allah’ın ezeli ve sermedi bir hayat sahibi olduğunu ilan eder. Ayrıca ölüm ile imtihan dünyasının perdeleri aralanır ve perde arkasındaki gerçeklikler birer birer ortaya çıkar.
Allah, Latif’tir. Lütfu, iltifatı sonsuzdur. Ayrıca hiçbir şey O’nun görmesi ve bilmesine de tesir etmesine de engel olamaz. O, her yerde hâzır ve nazırdır. Bir işi bir işine mani değildir. Ölüm ise insanın cismani ağırlıklarını bırakma ve letafet kazanma ânıdır. Ruh özgürleşir ölerek… Öyle ki berzah âlemindeyken ilahi izin olduğunda bazen yıldızlar âlemine bazen de tuyurun hudrun denilen cennet kuşlarına binerek ebediyet diyarlarına seyahatler edebilir.
Allah, Azim’dir. Büyüklük, azamet ve yücelik yalnız O’na mahsustur. O’nun zaman ve mekânları aşan varlığının karşısında kim kibirlenebilir? Allah istediğini yüceltir, şereflendirir; istediğini de küçültür, alçaltır. İstediğini insan yapar, istediğini de taş; istediğini yıldız yapar, istediğini de zerre. İstediğine çokça verir, isteğinden de verdiklerini alır. Ölüm ile insan küçüklüğünü, acizliğini, hiçliğini anlar. Benliğini şişiren ve kibrini artıran ne varsa tek kalemde hepsi elinden alınır. Hakkalyakin anlar ki ne kefenin cebi vardır ne de küçük dağları insan yaratmıştır.
Allah, Mennan’dır. Minnetlerimiz ve tüm varlıkların minnettarlıkları sadece O’nadır. Zira nimet adına ne varsa yalnız O’nundur. Allah nimetleriyle kullarını yüceltir, şereflendirir; ağır minnet yüklerinin altında bırakmaz. Allah’a kulluk her türlü esaretten ve minnet yükünden kurtuluştur. O’na iman ile bağlanan özgürlüğün doruklarını deneyimler. Ölüm de iman sahipleri için maddi prangalardan kurtuluşun ve nice nimete mazhariyetin bir kapısıdır. Ölüm ötesinde insana şeref kazandırıcı minnettarlıklarına vesile nice eşsiz ve tükenmez nimet hazırlanmıştır.
Allah, Deyyan’dır. Her şeyin karşılığını dünyada da ahirette de verendir. İnanıyoruz ki zerre kadar bile olsa her iyilik ve kötülüğün mutlaka bir karşılığı vardır. O, ihmal eden değil mühlet verendir. Ölümle mühlet vakti sona erer. Herkes yapıp işlediklerinin karşılığını görmeye başlar. Dünyada heybesinde ne biriktirdiyse ebediyet yolculuğunda azık olarak önünde onu bulur.
Allah, Sübhan’dır, Eman’dır, Burhan’dır ve Sultan’dır. Ölümle tüm eksikliklerimizle yüzleşirken O’nun saltanatının kusursuzluğunu görürüz. Hayatımızı tehdit eden ölüm kasırgasına karşı güvenli bir limana ihtiyacımız vardır. Ölüm tüm şüphelerimizi yok eden, ebedi hayatın canlı bir ispatı olan muhteşem bir delildir. Aynı zamanda nefsin surî saltanatını yıkan, sultanları bile saltanatsız bırakan bir gerçekliktir ölüm…
Allah, Müstean’dır, Muhsin’dir ve Müteal’dir. Ölümün yegâne çaresidir O’nun ezeli ve ebedi varlığı. Zira O’ndan başka kim ölüm karşısında insana yardım edebilir, onu yok oluştan kurtarabilir? Ölümü ebedi hayata tebdil edip insana yeni bir hayat ihsan edebilen yalnız O’dur. Varlığı tüm varlıklardan yücedir, ezeli ve ebedi bir hayat sahibidir. İnsan ve her şey ise fanidir, ölümlüdür.
Allah, Rahman’dır, Rahim’dir ve Kerim’dir. Nihayetsiz rahmet, merhamet, şefkat ve kerem sahibidir Allah. O’nun güzel isimlerinin ışığıyla bakıldığında ölümün siyah peçesinin ardındaki hurimisal güzel yüzü görünür. Kabir âlemi inkârcılar için bir azap çukuru olsa da müminler için küçük bir cennet bahçesidir.
Allah, Mecid’dir, Ferd’dir, Vitr’dir, Ehad’dir ve Samed’dir. O yücedir, tektir, eşi benzeri yoktur, hiçbir şeye muhtaç değildir ancak her şey her daim O’na muhtaçtır. İnsan da ölümü tek başına tecrübe eder. Yalnız olarak yer üstünden yer altına iner. Sorgu meleklerinin sorularına tek başına muhatap olur. Ruhu tek parçadır ama bedeni kesret âlemindeki bütünlüğünü kaybederek çürümüştür. Bu haldeki bir insanı kesrette boğulmaktan kurtaran, vahdet dairesinde ebedi bir varlık ihsan ederek şereflendiren ancak O’dur.
Allah, Mahmud’dur, Sadıka’l-vad’dir, Aliyy’dir ve Ğaniyy’dir. Hamd yalnız O’na mahsustur, O’nun bütün vaatleri haktır, O yüceliği nihayetsizdir ve hazineleri de bitip tükenmez. Ölümle insan dünyalık tüm zenginliğini kaybeder. Ne derece aciz ve fakir olduğunu güçlü-zayıf, zengin-fakir, genç-ihtiyar her ölümü tadan anlar. Allah’ın vadettiği tüm hakikatlerin gerçek olduğuna şahit olur insan öldüğünde. Anlar ki emmare nefis her daim azarlanmaya ve Allah ise her vakit en güzel sözlerle övülmeye layıktır.
Allah, Şafi’dir, Kâfi’dir, Muafi’dir, Baki’dir ve Hadi’dir. O her türlü hastalığa şifa verir, O’nun varlığı herkese yeter, O affetmeyi sever ve affediciliği bütün günahlardan büyüktür, her şey O’nun bekasıyla beka kazanır ve en büyük bir nimet olan hidayet de ancak O’nun bir ihsanıdır. İman nuruyla bakıldığında ölümün, beka diyarına uzanan esrarengiz ve keyifli bir yolculuğun bir durağı olduğu görülür. Ölüm ne dermansız bir derttir ne de ömür yolculuğunun son durağıdır. Beden çürüse de ruh bakidir ve hayat yolculuğu yeni bir merhalede devam eder. Hidayet pusulası ise bu ebediyet yolculuğunun rotasının cennet bahçelerine çıkmasını sağlar.
Allah, Kadir’dir, Satir’dir, Kahhar ve Cebbar’dır, Ğaffar’dır. O’nun her şeye gücü yeter, hatalarımızı ve kusurlarımızı da örtendir. Sözünün üstüne bir söz söylenebilir mi? O çok affedici ve çok bağışlayıcıdır. Yokluk karanlıklarından ancak O’nun sonsuz kudretiyle kurtulabilir insan. Kabrin sakîl toprağını üstümüzden kaldıracak ve ruhumuza yaraşır hiç eskimeyecek bir bedeni ihsan edecek ancak O’dur. O, insanı bütün yaptıklarından teker teker hesaba çekecek, zerre ağırlığınca iyilik ve kötülüğünün karşılığını adaleti, hikmeti ve rahmeti ile verecektir. O’nun inkârcılara ve nankörlere azabı ise çok dehşetlidir. Lakin bağışlaması ve merhametinin de bir sınırı yoktur.
“Ya Fettahü ya Allah.”
Allah, Fettah’tır. Bütün anahtarlar O’nun elindedir, bütün kilitli kapılar ancak O’nun izniyle açılır. Duyuları ve duyguları farklı alemlerin anahtarları yaparak ruhumuza takan da O’dur. Ölüm ile ruhumuz kendisine ihsan edilen bu eşsiz anahtarları kaybetmez. Bilakis bu anahtarlar beka diyarındaki nice âlemin kilitlerini açmakta istihdam edilmesiyle yaratılış hikmetlerinin asıl gayelerine yönelmiş olur. Öte yandan ölüm herkes için bu dünya kapısının bir daha açılmamak üzere kapanması ve ahiret âlemlerinin baki kapılarının ardına kadar açılmasıdır.