1 0
Read Time:3 Minute, 49 Second

İslâm düşünce tarihinde bilginin kesinlik derecesi genellikle üç kategoride sıralanır. İlk basamak ilmelyakîn iken, ikincisi aynelyakîn, üçüncüsü ise hakkalyakîndir.

İlmelyakîn, bir şeyi ilim ve delil ile kesin olarak bilme, tanıma, kabul etme; aksi mümkün olmayan açık, kesin ve sağlam bilgi olarak tanımlanır.

Aynelyakîn, gözle görür derecede tam inanma; bir şeyin varlığını görerek, seyrederek ve algılayarak bilme anlamını taşır.

Marifet mertebesinin en yükseği olarak kabul edilen hakkalyakîn ise, bir şeyi yaşayarak, içine girerek, doğruluğundan şüpheye asla yer bırakmayacak biçimde kesin olarak bilme mânâsına gelir.

İlmelyakîn, aynelyakîn ve hakkalyakîn kelimeleri Kur’ânî ifadelerdir. İlmelyakîn ve aynelyakîn tabirleri Kur’ân’daki Tekâsür Sûresinde ard arda geçer. İlmelyakîn sekiz âyetten oluşan sûrenin beşinci âyetinde, aynelyakîn ise yedinci âyetinde yer alır. Hakkalyakîn tabiri ise Kur’ân’da iki yerde geçmektedir. (Vakıa, 56:95; Hakka, 69:51)

İlmelyakîn kesin bilginin ilk basamağını oluşturup doğru bilgiyi vermesine rağmen dış tecrübeye dayanan aynelyakîn ile iç tecrübeye dayanıp bizzat yaşanarak elde edilen hakkalyakîne göre daha alt mertebede bir bilgi olarak kabul edilir.

Basit bir örnek vererek bu üç bilgi mertebesini şöyle açıklayabiliriz. Meselâ, bir çocuğun uzay mekiğini kitapta, televizyonda ya da internette görüp bilmesi ilmelyakîn derecesinde bir bilgidir. Eğer, özel bir dâvet sonucu NASA’yı ziyaret ederek mekiği yakından görmesi ve incelemesi gerçekleşirse edineceği bilgi aynelyakîn derecesine çıkar. Çocuk bunun da ötesine geçip, uzay mekiğiyle fezaya yolculuk yapma imkânı bulduğu takdirde ise sahip olacağı bilgi hakkalyakîn derecesinde kesin bir bilgi olacaktır.

Bu hakikati farklı bir örnek penceresinden anlamaya çalışalım. Trafik kurallarının varlığının ne kadar hayatî gerekçelerinin olduğu ve uymamanın ise fecî kazalara, yaralanmalara yol açtığı bilinen bir gerçektir. Trafikte düzenin olması ve herkesin başkasının hakkına riâyet etmesi için bu kuralların gerekliliğine inanmayan yoktur. Bu bir anlamda ilmelyakîn derecesinde bir bilgiye karşılık gelir. Sonra, caddelerde, gazetelerde ve televizyonlarda trafik kurallarını ihlâlin kötü neticelerine bir şekilde şâhit olunur. Bazen, bu olaylarda ölen ya da yaralanan kişiler sizin sevdikleriniz, tanıdıklarınız da olabilir. Başkalarının yaşadığı, fakat kişinin kendisini de bir şekilde etkilediği bu tür olaylar sonucu trafik kurallarının ne kadar gerekli olduğuna dair kesin bilgiler ise bir anlamda aynelyakîn mertebesindeki bilgilerdir. Trafik kurallarını ihlâl edip, fecî bir kazayı yaşadıktan sonra trafik kurallarına uymanın ne kadar hayatî bir öneme sahip olduğunu kavramak ise hakkalyakîn derecesinde kesin bir inanca insanı ulaştırır.

Kur’ân’da Bakara Sûresi’nin 259. ve 260. âyetlerinde öldükten sonra diriliş hakikatine dair iki peygamberin kıssası, aynelyakîn ve hakkalyakîn hakikatlerinin anlaşılması için iki Kur’ânî temsil olarak görülebilir. Kıssaların birincisinde Hz. Üzeyir’in (as) yaşadığı bir olay anlatılır. Hz. Üzeyir (as) harabe haline gelmiş bir beldeye geldiğinde “Acaba Allah bu beldeyi ölümünden sonra nasıl diriltecek?” demiştir. Bunun üzerine Cenâb-ı Hak onu öldürmüş ve yüz sene sonra diriltmiştir. Bu âyetin hemen devamındaysa, Hz. İbrahim’in (as) diriliş hakikatiyle ilgili kıssası yer alır. O da, Allah’ın ölüleri nasıl dirilttiğini gözle görmek istemiştir. Bunun üzerine Cenâb-ı Hak, Hz. İbrahim’e (as) dört kuş almasını, iyice tanımasını ve kendisine alıştırmasını ister. Daha sonra kuşları kesmesini, etlerini birbirine karıştırmasını ve ayrı ayrı dağlara karışmış etleri bırakmasını ister. Sonuçta, Hz. İbrahim’in (as) çağırmasıyla kuşlar canlanarak ona doğru uçarlar. Bu kıssalardan birincisi, Hz. Üzeyir’in (as) bizzat tecrübe ettiği, yaşadığı bir durum olması sebebiyle dirilişin hakkalyakîn derecesinde anlaşılmasına örnek olabilirken, Hz. İbrahim’in (as) yaşadıkları ise daha çok dirilişin aynelyakîn derecesinde edinilen bir bilgi mertebesine işaret etmektedir.

İnsan için en önemli ve en değerli bilgi olan tahkikî iman da ilmelyakînden hakkalyakîne yakınlaştıkça kuvvet kazanmaktadır. Hayatın en kritik ânı olan ölüm vaktinde, şeytanın vesveseleri karşısında hakkalyakîne ulaşan bir iman zarar görmemekte ve kaybedilmemektedir. Çünkü hakkalyakîn derecesindeki bir iman yalnız akılda durmamaktadır; kalbe, ruha, sırra ve insanın birçok duygularına sirayet etmektedir.

Bediüzzaman, çabuk şüphelere mağlup olan taklidî imana mukabil, tahkikî imanın pek çok mertebeleri olduğundan bahseder. Bu mertebelerden ilmelyakîn mertebesi birçok delillere, bürhanlara dayanarak iman etmek sürecidir. Aynelyakîn derecesi ise, kâinatı bir Kur’ân gibi okuyabilecek bir dereceye ulaşmaktır. Yani, tüm varlıklar üzerinde Cenâb-ı Hakkın isimlerini, sıfatlarını ve tecellîlerini görebilmek derecesine çıkmaktır. Kendi içinde birçok mertebeleri bulunan hakkalyakîn ise, sahibini, şüpheler ordusu hücum etse bir halt edemeyecek dereceye yükseltmektedir.

Risâle-i Nur’un On Yedinci Lem’asının Onuncu Notasında ise, marifetullahın hakkalyakîn mertebesine bir anlamda şöyle bir açılım getirilir ve ufuk açılır. Bediüzzaman’a göre insanın aklına ve kalbine gelen marifet nurlarını hemen tenkit parmaklarıyla yoklamaması ve tereddüt eliyle tenkit etmemesi gerekir. Aksine, gaflete yol açan sebeplerden sıyrılmaya çalışmalı ve en küçük bir gafleti bile kaldırmayan hassas duygularını uyanık, canlı tutmalıdır. Çünkü hakkalyakîne yaklaşan marifetullah delilleri su gibi, hava gibi ve nur gibidir. Bu delilleri yakalamak için kalbin gözüyle, ruhun bakışıyla muhatabiyet gerekmektedir. Maddî ölçülerle değerlendirilmeye çalışıldığında ise bu İlâhî ve imânî nurlar ya gizlenmekte ya da tamamıyla kaybolmaktadır.

Happy
Happy
0 %
Sad
Sad
0 %
Excited
Excited
0 %
Sleepy
Sleepy
0 %
Angry
Angry
0 %
Surprise
Surprise
0 %